Cumhurbaşkanımız Erdoğan, 27. Dönem 2. Yasama Yılı‘nın açılışı dolayısıyla TBMM’de konuştu Cumhurbaşkanımız Erdoğan, 27. Dönem 2. Yasama Yılı‘nın açılışı dolayısıyla TBMM’de konuştu için yorumlar kapalı 99627

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 27. Dönem 2. Yasama Yılı’nın açılışı dolayısıyla TBMM Genel Kurulunda milletvekillerine hitap etti.

23 Nisan 1920’den bugüne Meclis çatısı altında görev yapan milletvekillerini saygıyla yad eden Erdoğan, “Meclisimizin ilk başkanı, Kurtuluş Savaşı’mızın başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere TBMM üyelerinden ahirete irtihal edenleri rahmetle anıyorum.” diye konuştu.

Bin yıldır bu coğrafyada milletin bekası uğruna gözlerini kırpmadan hayatlarını feda eden şehitlere, gazilerden dar-ı bekaya irtihal edenlere rahmet dileyen Erdoğan, son dönemde terörle mücadelede ve 15 Temmuz’da verilen şehitlerin yakınları ile gazilere selamlarını iletti.

Türkiye sınırları içinde ve dışında “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” ülküsü için kahramanca mücadele edenlere şükranlarını sunan Erdoğan, “İki defa gazilik unvanıyla şereflenen yüce Meclisimize ve milletvekillerimize yeni yasama yılında hayırlı ve başarılı çalışmalar temenni ediyorum.” ifadesini kullandı.

“DEĞİŞİMİ SUHULETLE GERÇEKLEŞTİRMEYİ BAŞARDIK”

Türkiye’nin, 16 Nisan’da tarihi bir halk oylaması, 24 Haziran’da da tarihi bir Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimine şahit olduğunu hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:

“16 Nisan halk oylaması, yönetim sistemimizi değiştirdiğimiz bir büyük reformun, bir büyük devrimin adıdır. Bu çapta bir dönüşümü, pek çok ülke ve halk ancak çok büyük çalkantılar yaşayarak ve çok büyük bedeller ödeyerek tamamlayabilmiştir. Biz ise Türkiye olarak, Türk milleti olarak, demokrasinin kuralları içinde bu önemli değişimi suhuletle gerçekleştirmeyi başardık. Siyaset mühendisliği hesaplarının ürünü olarak değil, tamamen tarihimizin kendi tabii akışı içinde, halkımızın talebi ve rızasıyla gelişen bir sürecin aşamalarını hep birlikte yaşadık.”

Başkan Erdoğan, Türkiye’de yönetim reformu çabalarının 200 yıla yaklaşan geçmişi olduğunu belirterek, Osmanlı döneminde Tanzimat’tan Islahat’a pek çok deneme yapıldığını anımsattı.

İstiklal Harbi’nin ardından tercihin cumhuriyetten yana yapıldıktan sonra da bu arayışın devam ettiğini aktaran Erdoğan, “Önce tek partili, ardından çok partili rejimleri denedik. Maalesef ne yaparsak yapalım darbelere, vesayetlere, krizlere engel olamadık.” dedi.

“ÜLKEMİZİ RAYDAN ÇIKARMAK İSTEYENLERE FIRSAT VERMEDİK”

Bu arayışların son dönemde de sürdüğüne işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Özellikle 2007 yılında yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, artık yeni bir reformu, yeni bir değişimi kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu krizi aşmak için başlatılan çalışmaların kapısı, yeni bir yönetim sistemine açılmıştır. Milletimiz, 2007 yılından beri adım adım ilerleyen bu sürecin her aşamasında sağduyuyla ve ferasetle hareket etmiştir. Bu kritik dönemde ülkemizi raydan çıkarmak, kaosa sürüklemek, içeride ve dışarıda başarısızlığa uğratmak isteyenlere, hamdolsun, fırsat vermedik.”

Erdoğan, geçmişten beri sıkça kurulan ve her seferinde Türkiye’nin tökezlemesine sebep olan tuzakların, bu kez işe yaramadığını vurgulayarak, “Milletimizin birlik ve beraberliğine sahip çıkmasıyla devletimizin tüm erklerinin sergilediği dayanışmayla tüm engelleri aşarak bugünlere geldik.” değerlendirmesinde bulundu.

“GÜCÜMÜZÜ MİLLETİMİZDEN ALARAK YOLUMUZA DEVAM ETTİK”

Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için yapılan her hamlenin, ülke olarak yapılan daha büyük atılımlarla karşılık bulduğuna dikkati çeken Erdoğan, “Her hal ve şart altında çareyi milletimizde, demokrasimizde, milli iradenin üstünlüğünde aradık. Ülkemizi vesayet bataklığına itmek istediler, çözümü milletimize gitmekte bulduk. Uluslararası alanda ülkemizi kuşatmaya çalıştılar, gücümüzü milletimizden alarak yolumuza devam ettik.” ifadelerini kullandı.

Sokakları karıştırarak halkı birbirine düşürmeye çalışanlara da fitneye fırsat vermediklerinin altını çizen Recep Tayyip Erdoğan, şunları kaydetti:

“Terör örgütlerini kullanarak ülkemize diz çöktürmeye çalıştılar. Buna da eyvallah etmedik. PKK’sından DEAŞ’ına ve FETÖ’süne kadar hepsinin başını ezdik. Darbe yapmaya teşebbüs ettiler. Milletimizle birlikte göğsümüzü namlulara siper edip istiklalimize ve istikbalimize sahip çıktık. Sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmaya kalktılar, ardı ardına yaptığımız harekatlarla bu planı da paramparça ettik. Gece yarısı operasyonlarıyla ekonomimizi çökertmeye çalıştılar, Allah’ın izniyle bu saldırıyı da atlatma yolunda ilerliyoruz. Bugüne kadar milletimizle birlikte hareket ettiğimizde üstesinden gelemediğimiz hiçbir sorun olmadı. Bundan sonra da aynı başarılara imza atmayı sürdüreceğiz.”

Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin, yasama, yürütme ve yargı organlarının görev alanlarını daha net bir şekilde belirleyerek, demokrasiyi güçlendirdiğini ve milletin karşısında yürütmenin tek muhatabının Cumhurbaşkanı olduğunu söyledi.

Milli iradenin önünde engel oluşturan sistem içindeki tüm vesayet mekanizmalarının artık ortadan kalktığına dikkati çeken Erdoğan, “Böylece milletimiz, yetkiyi kime verdiğini ve gerektiğinde kimden hesap soracağını, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bilmektedir. 24 Haziran seçimlerinde şahsımı Cumhurbaşkanı seçen milletimize karşı görevlerimizi layıkıyla yerine getirmenin gayreti içindeyiz.” ifadesini kullandı.

“HIZLI VE ETKİLİ BİR İCRAAT GERÇEKLEŞTİRİYORUZ”

Erdoğan, bakanların atamasının yapıldığını ve kabinenin oluşturulduğunu anımsatarak, “Anayasa ve yasalardan aldığımız yetkiler çerçevesinde yayımladığımız Cumhurbaşkanlığı Kararları ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri vasıtasıyla, milletimize söz verdiğimiz gibi, hızlı ve etkili bir icraat gerçekleştiriyoruz.” dedi.

Elbette her geçiş dönemi gibi bu süreçte de birtakım sıkıntıların yaşanabileceğine işaret eden Erdoğan, şöyle devam etti:

“Tespit ettiğimiz her sıkıntıya anında müdahale ediyor ve hemen hal yoluna koyuyoruz. Ancak, ekonomide, asla hak etmediğimiz ve ülkemizin gerçek durumunu kesinlikle yansıtmayan dalgalanma, bu tür sıkıntıların daha çok göze batmasına yol açıyor. Aldığımız tedbirler, yaptığımız görüşmeler ve geliştirdiğimiz programlarla ekonomimizi yeniden dengeye kavuşturmaya başladık. Gerek milletimizden gerek kurumlarımızdan aldığımız geri bildirimlere göre, hem yaptığımız çalışmaları gözden geçiriyor, hem de kendimize yeni hedefler belirliyoruz.”

“LAYÜSEL OLDUĞUMUZ DÜŞÜNCESİNE ASLA KAPILMADIK” 

Başkan Erdoğan, siyasi hayatlarının hiçbir döneminde olduğu gibi yeni yönetim sisteminde de layüsel oldukları düşüncesine asla kapılmadıklarını bildirdi. Erdoğan, “Yetkiyi milletimizden alarak attığımız her adımımızda, yine milletimize hesap vermek mecburiyetinde olduğumuzun bilinciyle hareket ediyoruz. 2002 yılı Kasım ayından beri ülkemizin yönetimini bize emanet eden milletimize zaten çok büyük bir borcumuz vardı. 15 Temmuz’da, milletimize olan vefa borcumuza, can borcu da eklendi. Milletimizin itimadına, teveccühüne ve desteğine layık olabilmek için gece gündüz çalışıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve Kararı seviyesindeki işleri zaten yürütüyoruz. Ancak bazı konular, kanuni düzenleme gerektiriyor.” diye konuştu.

Yeni yönetim sistemde Cumhurbaşkanının, Meclise bütçe dışında kanun teklifi veya tasarısı sunma imkanının bulunmadığına işaret eden Erdoğan, “Kanunlar ancak, sizlerin teklifiyle Meclis gündemine gelebiliyor. Meclisimizin açılmasıyla birlikte gerek AK Parti Grubundaki, gerekse diğer partilere mensup milletvekillerimizin kanun teklifleriyle, ülkemize çok önemli hizmetler yapacaklarına inanıyorum.” ifadesini kullandı.

AK Parti Grubu’nun hiç şüphesiz, yürütme olarak ihtiyaç duydukları alanlardaki kanun teklifleriyle yasama faaliyetlerine daha çok katkıda bulunacağını dile getiren Erdoğan, diğer partilere mensup milletvekillerinden de yürütme organı olarak kendilerine destek olacak, yollarını açacak kanun tekliflerini beklediklerini belirtti.

Türkiye’nin önündeki sıkıntıları, ancak hep birlikte çalışılıp, omuz omuza verilirse aşılabileceğini vurgulayan Erdoğan, “Yeni dönemin ruhu, birlikte çalışmayı, birlikte inşayı, birlikte başarmayı gerektiriyor. Gelin Türkiye’yi birlikte hedeflerine ulaştıralım. Gelin demokrasimizi birlikte güçlendirelim. Gelin ekonomimizi birlikte büyütelim. Gelin milletimize birlikte hizmet edelim. Bu yöndeki gayretleriniz için şimdiden sizlere teşekkür ediyorum.” dedi.

Türkiye’nin dünyanın en çalkantılı bölgesinde, demokrasisi ve ekonomisiyle, gerçek anlamda bir küresel güç olma yolunda ilerlediğine değinen Erdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Yakın çevremizdeki güvenlik krizleri ve insani trajediler ile bundan beslenen terör eylemleri, ülkemizi hedeflerinden uzaklaştırmamış, tam tersine bu yöndeki kararlılığını daha da güçlendirmiştir. Irak’ta ve Suriye’de ciddi etkinlik kazanan terör örgütleri, her geçen gün mevzi kaybetmektedir. Her ne kadar bu ülkeler kendi iç istikrarlarını sağlamakta zorlansalar da terör örgütlerinin yeşermesine zemin hazırlayan şartlar büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.

Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin kaotik bağımsızlık çıkışı, Türkiye’nin de net tavır koymasıyla, boşa çıkartılmıştır. DEAŞ’ın işgal ettiği topraklarda yeniden merkezi yönetimin hakim olmasıyla. Irak büyük bir sorundan kurtulmuştur. Temennimiz, ülkedeki PKK varlığının da aynı şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye olarak, PKK’nın Irak’ta faaliyet gösterdiği yerlerin önemli bir bölümünü kontrol altına aldık. Hedefimiz, çıban başı olarak gördüğümüz Kandil’i ve yeni Kandil olma yolunda ilerleyen Sincar’ı bölücü terör örgütünden tamamen temizlemektir. Irak’ın, mezhepçilik hastalığından bir an önce kurtularak, kendi halkı ve tüm bölge için güvenli, huzurlu, istikrarlı ve müreffeh bir ülke haline gelmesini istiyoruz. Bu doğrultuda yapılan tüm çalışmalara destek olmayı, gerektiğinde öncülük etmeyi sürdüreceğiz.”

Suriye’deki durumun çok daha acı, çok daha vahim olduğunu dile getiren Erdoğan, Suriye’nin yedinci yılını geride bırakan bir iç savaşın pençesinde kıvrandığını bildirdi. Erdoğan, bugüne kadar yaklaşık 1 milyon Suriyelinin hayatını kaybettiğini, 12 milyon Suriyelinin de evini, barkını terk etmek zorunda kaldığını hatırlattı.

Erdoğan, “Rejimin kendi halkına yönelik kanlı saldırıları yetmiyormuş gibi, bir de DEAŞ ve PYD-YPG denilen alçak örgütler, Suriye halkına musallat olmuştur. Ülkedeki istikrarsızlığı fırsat bulan güçler de vekalet savaşları yoluyla Suriye’yi parsellemek için adeta yarışa girmişlerdir.” diye konuştu.

Erdoğan, hiçbir meşruiyet zemini kalmayan rejimle, kimi terör örgütleriyle iş tutan bu güçlerin, Suriye halkının kanı ve gözyaşı pahasına kendi projelerini hayata geçirmeye çalıştığını belirtti.

“HALEN 3,5 MİLYON SURİYELİ, ÜLKEMİZDE HAYATINI SÜRDÜRÜYOR”  

Başkan Erdoğan, şunları aktardı:

“Suriye’deki bu gelişmelere, pek çok sebepten dolayı bizim seyirci kalmamız söz konusu olamazdı. Her şeyden önce, bu coğrafya halkıyla bin yılı aşkın müşterek geçmişe, ortak medeniyet ve kültür değerlerine sahibiz. Bunun için hayatlarını kurtarmak için yaşadıkları yerlerden kaçmak zorunda kalan milyonlarca Suriyeliye kapılarımızı ve gönlümüzü açtık. Halen 3,5 milyon Suriyeli, ülkemizde hayatını sürdürüyor. Suriye içinde yaşanan her çatışma, bizim için yeni kitlesel göç dalgalarının habercisidir.

Sınırlarımızın hemen yanı başındaki kaos ortamı, ülkemize yönelik terör tehditlerinin en önemli beslenme kaynağı haline gelmiştir. Bu tehlikeli gidişin önüne geçmek amacıyla, 2016 yılından itibaren, Suriye içinde güvenli bölgeler oluşturmak üzere harekete geçtik. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatlarıyla, 4 bin metrekarelik bir alanı DEAŞ’lı ve PYD/YPG’li teröristlerden temizledik. Bu bölgelere, şu ana kadar 260 bin Suriyeli kardeşimiz geri döndü. Her platformda, ülkede Suriye halkının tamamının kabul edebileceği bir çözüm bulunması için çaba gösterdik.”

Cenevre Süreci’nin tıkanması üzerine Astana’da yeni bir çözüm zemini oluşturulmasına öncülük ettiklerini anlatan Erdoğan, Astana’da varılan mutabakatların rejim tarafından ihlali üzerine, Rusya ile yeni arayışlara girdiklerine işaret etti.

Çabalarının nihayet sonuç verdiğini ve Soçi’de Rusya ile İdlib Çatışmasızlık Bölgesi’ndeki 3,5 milyon insanın hayatını doğrudan ilgilendiren bir mutabakata, muhtıraya imza attıklarını hatırlatan Erdoğan, “Dünyada çok büyük takdirle karşılanan bu mutabakat, aynı zamanda Suriye’de yeni anayasa ve özgür seçimler esasına dayalı bir çözüm için de umutların canlanmasına vesile olmuştur. Böylece Türkiye, en büyük yükünü kendisinin çektiği Suriye krizinde, doğrudan sahada inisiyatif alan ve söz söyleyen bir ülke durumuna gelmiştir.” diye konuştu.

Erdoğan, İdlib’te Türkiye’nin güvenliğini sağlamayı garanti ettiği bölgeye de şimdiden 60 binin üzerinde Suriyelinin geri döndüğünü belirterek, şunları kaydetti:

“Suriye’de güvenli hale getirdiğimiz bölgeleri genişlettikçe ve huzuru sürekli hale getirdikçe, ülkemizdeki misafirlerimizin kendi topraklarına dönüşlerinin hızlanacağına inanıyoruz. Bundan sonraki hedefimiz, Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki bölgelerin, buraları işgal eden terör örgütünden temizlenerek güvenli hale getirilmesidir. İnşallah en yakın zamanda bunu da sağlayacağız.”

Erdoğan, her devlet gibi Türkiye’nin de kimi ülkeler ve uluslararası kurumlarla ilişkilerinde inişler çıkışlar yaşanabildiğini dile getirdi.

Son yıllarda, Türkiye’ye verdiği çeşitli sözleri yerine getirmemesi ve haksız ithamlarla ülkenin üstüne gelmesi sebebiyle Avrupa Birliği ve bazı Avrupa devletleriyle gerilimler yaşandığını belirten Erdoğan, şunları söyledi:

“Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde ülkemize yapılan haksızlıklar ve uygulanan çifte standart karşısında elbette sessiz kalamazdık. Kimi Avrupa ülkelerinin Türkiye karşıtlığını bir iç politika malzemesi haline dönüştürmesi, sıkıntıların derinleşmesine ve yaygınlaşmasına sebep oldu. Avrupa ile yaşadığımız bu sıkıntılı süreci yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Türkiye’nin, düzensiz göçün önlenmesi başta olmak üzere Avrupa Birliğine tüm taahhütlerini, uğradığı haksızlıklara rağmen yerine getirmeye devam etmesi elimizi güçlendirdi. Ülkemize yönelik ithamların ve tutumların mesnedi kalmayınca, aklıselim galip gelmeye ve diyalog yolları yeniden açılmaya başladı.”

Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan, 5 milyon civarında Türk kökenli insanın yaşadığı böyle bir coğrafyaya sırt dönmenin kesinlikle söz konusu olamayacağının altını çizen Erdoğan, “Bununla birlikte Avrupa’nın bize yaptığı haksızlıkları düzeltmek, oradaki kardeşlerimizin hukukunu korumak için de sonuna kadar mücadele edeceğiz.” diye konuştu.

Geçen hafta Almanya’ya yaptığı devlet ziyaretinin, ilişkileri yeni ve olumlu bir yöne sevk etme iradesinin karşılıklı teyidine vesile olduğunu belirten Erdoğan, şöyle devam etti:

“Geçtiğimiz aylarda İngiltere’ye de muhataplarımızla iş birliği zeminimizi güçlendirme konusunda mutabık kaldığımız bir ziyaretimiz olmuştu. Çeşitli Avrupa ülkelerinden Türkiye ile ilişkiler konusunda yükselen olumlu sesler, önümüzdeki aydınlık günlerin müjdecisidir. İnşallah yeni dönemde Avrupa ile siyasi, ekonomik ve insani alanlarda gerçekten mesafe kat ettiğimiz bir sürece gireceğiz.”

 ABD ile ilişkiler

Bir başka önemli sorun alanının ABD ile ilişkiler olduğunu aktaran Başkan Erdoğan, stratejik ortak olarak uzun bir geçmişe sahip olunan ABD’deki mevcut yönetimin, hiçbir mantıki, siyasi ve stratejik tutarlılığı olmayan bir şekilde Türkiye’yi hedef almasının kendilerini derinden üzdüğünü ifade etti.

“Ülkemizde darbe girişiminde bulunan terör örgütünün elebaşı ve pek çok mensubu, bu ülke tarafından korunup kollanmaktadır.” diyen Erdoğan, şu değerlendirmede bulundu:

“Suriye’de hassasiyetlerimizi ve ikazlarımızı hiçe sayarak bölücü terör örgütü ile iş birliğine giden Amerika, bu olumsuz tavrını ekonomik alana da taşımıştır. Örneğin Halkbank davası, eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzluk örneğidir. Terör örgütleriyle karanlık ilişkileri sebebiyle yargılanan bir rahibi bahane ederek, ülkemize yaptırımlar uygulamaya kalkan bu çarpık anlayışla, diplomasinin ve hukukun sınırları içinde mücadele etmekte kararlıyız. Türkiye’yi, demokratik bir hukuk devleti gibi değil de bir kabile toplumu gibi gören bu zihniyete karşı, ülkemizin ve milletimizin hakkını, hukukunu ve onurunu korumak bizim en başta gelen görevimizdir. Amerikan yönetiminin eninde sonunda ülkemize yönelik yanlış bakış açısını düzelteceğine inanıyorum.”

Erdoğan, ABD ve Türkiye’nin karşılıklı menfaatinin, arasındaki ilişkinin, sözde değil özde stratejik ortaklık çerçevesinde güçlenerek devam etmesini gerektirdiğinin altını çizen Erdoğan, geçen hafta katıldığı New York’taki Birleşmiş Milletler toplantısı öncesinde ve toplantı günlerinde, Amerikan şirketlerinin temsilcileriyle görüşerek, bu konudaki kanaatlerini paylaştıklarını söyledi.

Türkiye’deki ilgililerin de Amerikalı muhataplarıyla temaslarında kendilerine bu konudaki görüşlerini aktardığını anlatan Erdoğan, “Henüz arzu ettiğimiz seviyeye gelmemiş olsa da, ortak bir anlayışa ulaşma yolunda ilerleme kaydetmeye başladığımızı söyleyebiliriz. İnşallah, en kısa sürede aramızdaki meseleleri çözüp, Amerika ile yeniden siyasi ve ekonomik alanlarda stratejik ortalık ruhuna uygun ilişkiler geliştirmeyi ümit ediyoruz.” dedi.

New York’ta 3 günde 14 liderle görüşerek, ülkeler arasındaki ilişkileri ve insanlığın ortak sorunlarını değerlendirdiklerine dikkati çeken Erdoğan, “Genel Kurulda yaptığımız konuşmada da ‘Dünya 5’ten büyüktür’ itirazımız başta olmak üzere, Birleşmiş Milletlerin yapısı ve işleyişi ile bölgesel ve küresel gelişmelere ilişkin görüşlerimizi paylaştık.” diye konuştu.

Türkiye’nin Rusya ile her alanda çok sıkı ve hızla gelişen ilişkiler içerisinde olduğunu belirten Erdoğan, Suriye politikasından turizme, savunma sanayisinden enerjiye kadar her alanda Rusya ile iki ülkenin ortak çıkarına olan projelerin hayata geçirildiğini ifade etti. Erdoğan, “Biliyorsunuz, bir dönem, Rusya ile aramızı bozmak için de pek çok provokasyon yapıldı. Karşılıklı olarak sağduyuyu ve soğukkanlılığı elden bırakmayarak, bu sıkıntıların üstesinden geldik. İnşallah, önümüzdeki dönemde Rusya ile aramızdaki bu olumlu işbirliği iklimini daha da güçlendireceğiz.” diye konuştu.

İran’la da, gerek Suriye ve Irak politikalarında gerek diğer siyasi ve ekonomik konularda yakın temas halinde olunduğuna işaret eden Erdoğan, bölgenin geleceğiyle ilgili kararlarda İran’ın dışlanmamasına özel önem verdiklerini vurguladı. Erdoğan, “Bu ülkeye yönelik yaptırım tehditlerinin de adil olmadığını düşünüyoruz.  Uluslararası kurumların denetimleriyle kolayca çözülebilecek sorunların, yaptırımlar gibi tüm ülke halkının cezalandırılması anlamına gelecek yollarla halledilmeye çalışılması asla doğru değildir. Bu tür adımların hiçbir fayda sağlamadığı geçmiş tecrübelerle de sabittir.” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde temel ilkeleri doğrultusunda, başkalarının taleplerinden ziyade kendi menfaatlerini ve ihtiyaçlarını merkeze alarak politikalarını belirleyeceğini belirterek, Türkiye için bir başka önemli sorun alanının Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını, çıkarlarını, beklentilerini dikkate almayan yaklaşımlar olduğunu söyledi. Erdoğan, “Kıbrıs’ta ve Ege’de, Türkiye’ye rağmen hiçbir adım atılamayacağını buradan bir kez daha tekrarlamak istiyoruz. Bu bölgede bizi yok saymaya kalkışanlar, kendi varlıklarını da topyekun tehlikeye attıklarını çok iyi bilmelidirler. Bizim her konuda olduğu gibi Kıbrıs ve Ege konusunda da tercihimiz ‘kazan-kazan’ anlayışından yanadır. Hep birlikte kazanabileceğimiz yöntemler varken, işi krize ve hatta çatışmaya götürecek yollara tevessül edenler, bunun hesabını önce kendi halklarına vereceklerdir.” değerlendirmelerinde bulundu.

“KATAR’LA OLAN YAKIN İŞBİRLİĞİMİZ DAHA DA PERÇİNLENMİŞTİR”

Başkan Erdoğan, geçen yıl tüm dünyayı endişeye sürükleyen Körfez’deki krizin, istenmedik sonuçlara yol açmadan durulmuş olmasından memnuniyet duyduklarını söyledi. Katar ile olan yakın işbirliğinin, Türkiye’ye çok büyük meblağlı yatırımlar yapma kararıyla daha da perçinlendiğini ifade eden Erdoğan, bölgedeki diğer devletlerle işbirliğini güçlendirmek istediklerini, kimi bölge ülkelerinin Türkiye’ye yönelik düşmanca tutumlarını bir an önce sona erdirmelerini beklediklerini, gelecek dönemde bu konularda da kayda değer ilerlemeler kaydetmeyi umduklarını söyledi.

Kuzey Afrika’nın istikrarının, hem Akdeniz’in hem Ortadoğu’nun hem de Afrika’nın geleceğiyle yakından ilişkili olduğuna dikkati çeken Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye olarak Libya başta olmak üzere, Kuzey Afrikalı kardeşlerimizin yanlarında olmayı, onlara her türlü desteği vermeyi sürdüreceğiz. Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerimiz gün geçtikçe daha da ilerliyor. Kırgızistan’da katıldığımız ve Özbekistan’ın da ilk defa iştirak ettiği Türk Konseyi Zirvesi, bu bakımdan önemli bir açılım olmuştur. Azerbaycan ile ilişkilerimiz, siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdan gerçekten çok iyi bir noktaya gelmiş durumdadır. Kazakistan’ın da Türk Dünyası’nın aksakalı olarak gördüğüm Sayın Nazarbayev’in dirayetli liderliğinde önemli hamleler yaptığına şahit oluyoruz. Özbekistan, yeni ve çok büyük bir atılımın eşiğindedir. Türkmenistan’ın istikrarına ve gelişmesine de önem veriyoruz. Orta Asya’daki kardeşlerimiz ne kadar güçlü ve müreffeh olursa Türkiye bundan o derece mutlu olur ve faydalanır. Aynı şekilde Türkiye’nin gücü ve zenginliği de Orta Asya’daki kardeşlerimiz için önemli bir güvencedir.”

“SONUNA KADAR KUDÜS DAVASININ TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ”

Erdoğan, Balkanlarda, Bosna-Hersek, Sırbistan, Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Karadağ gibi dost ülkelerin tamamıyla yakın ilişkiler tesis etmenin gayreti içinde olunacağını belirterek, Bosna Hersek’in milletin gönlünde, hem tarihi hem insani olarak ayrı bir yeri bulunduğunu anımsattı. Erdoğan, “Geçmişte çok büyük acılar yaşayan Boşnak kardeşlerimizin yanında olmayı, merhum Aliya İzzetbegoviç’in vasiyetine sahip çıkmayı boynumuzun borcu olarak görüyoruz.” diye konuştu.

Türkiye’nin, karşılık gördüğü sürece Yunanistan ve Bulgaristan ile iyi komşuluk ilişkilerini devam ettirme yönünde güçlü bir iradeye sahip olduğunu vurgulayan Erdoğan, Gürcistan ile de ekonomik ve sosyal ilişkilerin siyasi ilişkilerle tahkim edildiğini, Türkiye’nin Kırımlı kardeşlerinin huzuru ve esenliği için de mücadele etmeyi sürdürdüğünü ifade etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kudüs konusunda da “Hep söylediğim gibi, Kudüs meselesi, bizim de ümmetin de kırmızı çizgisidir. Kudüs’ün mahremiyetine halel getiren, Filistinli kardeşlerimizin temel hak ve özgürlüklerine saldırı anlamı taşıyan hiçbir davranışa, hiçbir emrivakiye müsamaha gösteremeyiz. Türkiye olarak sonuna kadar Kudüs davasının takipçisi olacağız. Görüldüğü gibi, uluslararası alanda çok önemli süreçleri aynı anda aynı hassasiyetle ve aynı kararlılıkla yürüterek ülkemizi aydınlık geleceğine hazırlıyoruz.” değerlendirmelerinde bulundu.

Erdoğan, “Türkiye’yi 3,5 kat büyütürken ve zenginleştirirken, bundan milletimizin her kesiminin faydalanmasını sağladık. Çalışan, yatırım yapan, üreten, ihraç eden, istihdam oluşturan bir ülke olarak, adeta yepyeni bir kalkınma modeli ortaya koyduk.” diye konuştu.

Ülkenin son 5 yıldır gerçekten çok büyük, çok önemli, çok tarihi hadiseleri ardı ardına yaşadığını dile getiren Erdoğan, “İçinden geçtiğimiz bu kesintisiz mücadele dönemi, bize, daha güçlü olmamız gerektiğini bir kez daha göstermiştir.” ifadesini kullandı.

Milletin çok büyük fedakarlıklar yaparak, gerektiğinde çok büyük cesaret sergileyerek bu mücadeleye verdiği desteğin, meselenin herkes tarafından kavrandığına işaret ettiğini vurgulayan Başkan Erdoğan, bu süreçte, kısır düşünenlerin, sorumsuzca davrananların, hırslarının kurbanı olanların, nefsinin peşinden gidenlerin, millet tarafından tasfiye edildiğini söyledi.

Verilen mücadeleye destek olanların ise, diğer farklılıklara bakılmaksızın, millet tarafından el üstünde tutulduğunu belirten Erdoğan, şöyle konuştu:

“Ekonomide içinden geçtiğimiz hassas dönem, herkes açısından çok daha büyük bir imtihan, çok daha büyük bir ayrıştırma vesilesi haline dönüşmüştür. Türkiye’nin ekonomi konusunda ihtiyacı olan reformların neler olduğunu, en iyi biz biliyoruz. Ancak, bir süredir yaşadığımız ve kurdaki yükselişin sebep olduğu hadiselerin, ülkemizin ekonomik gerçekleriyle, eksikleriyle ilgisi olmadığı çok açıktır.

Amerikan yönetimi, aramızdaki siyasi ve hukuki sorunları, diyalog yerine tehdit ve şantaj diliyle çözmeye çalışmak suretiyle bu yanlış yola girmiştir. Güya bize bedel ödetmeyi amaçlayan bu yöntem, aslında en büyük zararı, orta ve uzun vadede Amerika’ya vermektedir. Çin ve Avrupa Birliği başta olmak üzere pek çok ülkeyle adeta bir ticaret savaşına tutuşan Amerika, Türkiye’ye yönelik ekstra uygulamalarıyla güvenilirliğini iyice yitirmiştir. Bizim yaşadıklarımızdan sonra, dünyada hiçbir ülkenin Amerika’yla ilişkilerinin geleceğine güvenle bakması artık mümkün değildir.”

“BÜTÇE DİSİPLİNİNDEN EN KÜÇÜK BİR TAVİZ VERMİYORUZ”

Türkiye ekonomisinin, bu tür tehditler ve saldırılarla yıkılmayacak kadar güçlü olduğunu, kurdaki yükselişin yol açtığı belirsizliğin yavaş yavaş ortadan kalktığını belirten Erdoğan, “Bütçe disiplininden en küçük bir taviz vermiyoruz. Ülkemizin uluslararası piyasalardaki görünümünü güçlendirecek adımları birer birer atıyoruz.” dedi.

Türkiye’nin kimseden para talep etmediğini, tüm çabanın, uluslararası sermayenin ülkede yatırım yapmasını sağlamak olduğunu söyleyen Erdoğan, “Bunun için gereken her türlü desteği ve her türlü güvenceyi veriyoruz. Ekonomimizin dengelerini, finanstan yatırımlara kadar her alanda tahkim etmeye yönelik programları dikkatle hayata geçiriyoruz. Yeni Ekonomi Programı bunun en önemli adımlarından biridir.” diye konuştu.

Sanayicinin, tüccarın, esnaf ve sanatkarın, tarım sektörünün, ücretli kesimin, velhasıl milletin yaşadığı sıkıntıları çok iyi bildiklerini ifade eden Erdoğan, “Enflasyondan, faizlerden, döviz kurundan bunalan, işini çevirmekte zorlanan herkesin yaşadıklarını yakından takip ediyoruz. Bankacılık sektörünün hareket alanının daralmasından kaynaklanan finans sıkışıklığının yol açtığı zincirleme sorunların öneminin ve aciliyetinin de farkındayız. Tüm bu sıkıntıların çözümüne yönelik hazırlıklarımız, çalışmalarımız var.” değerlendirmesini yaptı.

“TÜRKİYE’Yİ YENİDEN YÜKSELİŞE GEÇİRMEKTE KARARLIYIZ”

Erdoğan, şunları kaydetti:

“Hiçbir sanayicimizi, hiçbir tüccarımızı, hiçbir çalışanımızı, hiçbir vatandaşımızı vicdan ve ahlak yoksunu tefecilerin, iyi günde ortaya çıkıp kötü günde kaybolan fırsatçıların insafına terk etmeyeceğiz. Serbest piyasa ekonomisi kurallarından taviz vermeden, gereken her türlü tedbiri alıp uygulayacağız. Dengeleme, disiplin ve değişim üzerine kurulu yeni bir ekonomik program hazırladık.

Kredi imkanlarını genişletip kolaylaştıracak, yatırımları teşvik edecek, üretime, istihdama ve ihracata öncelik verecek bir ekonomi anlayışıyla, Türkiye’yi yeniden yükselişe geçirmekte kararlıyız. Milletimizden biraz daha sabırlı olmasını, ülkesine ve yönetimine güvenmesini istiyorum. En zorunu geride bıraktık, inşallah bundan sonra her şey daha kolay olacak. Bugüne kadar nasıl her sıkıntıyı milletimizle kol kola, omuz omuza vererek aştıysak, bugünleri de inşallah aynı şekilde geride bırakacağız. Çıktığımız bu uzun ve zorlu yolculukta Meclisimizle, siz değerli milletvekillerimizle birlikte yürüyecek, mücadeleyi birlikte verecek, başarıyı birlikte yakalayacağız. Yeni dönemde Meclisimizin yeni bir anlayışla çalışması, ülkemizin en büyük kazanımı olacaktır. Gerekiyorsa Anayasayı, gerekiyorsa iç tüzüğü değiştirerek, Meclisimizin etkinliğini ve itibarını artırmamız, hem demokrasimiz, hem milletimizin morali bakımından çok önemlidir. Bu konuda sizlere güveniyorum.”

Erdoğan, 27. Dönem 2. Yasama Yılı’nın hayırlara vesile olmasını dileyerek sözlerini tamamladı.

Previous ArticleNext Article

“Kentsel dönüşüm konusu Türkiye için tartışmasız bir beka meselesidir” “Kentsel dönüşüm konusu Türkiye için tartışmasız bir beka meselesidir” için yorumlar kapalı 24436

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, “Kentsel dönüşüm konusu Türkiye için tartışmasız bir beka meselesidir. Hepsinden önemlisi bu konu siyaset üstü, siyasi partiler üstü bir konudur” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.

Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Bölgemizin huzur ve esenliği için hükûmet olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Son kabinemizden bu yana özellikle dış politikada gerçekten yoğun bir gündemi geride bıraktık.

Kuzey Afrika’daki en önemli ticari ortaklarımızdan Cezayir ziyaretimiz, enerji ve müteahhitlik sektörleri başta olmak üzere ekonomik ilişkilerimiz açısından oldukça başarılı geçti. Ziyaretimizi Cezayir’le aramızdaki konsey mekanizmasına stratejik boyut eklemek suretiyle adeta taçlandırdık. Cezayir, Filistin davasının önde gelen savunucuları arasında yer alıyor. Cumhurbaşkanı kardeşim Tebbun’la görüşmemizde iki kardeş ülke olarak Gazze’ye ve Filistin davasına güçlü desteğimizi teyit ettik.

Çevrimiçi olarak düzenlenen G-20 Liderler Zirvesinde küresel ekonomideki son gelişmeleri gözden geçirme imkânı bulduk.

Geçtiğimiz hafta yaptığımız grup toplantımızda hem ülkemizin güncel siyasetine dair konuları, hem de partimizin mahalli idareler seçimleriyle ilgili hazırlıklarını değerlendirdik. Yaklaşık beş yıldır tam anlamıyla bir Fetret Devri yaşanan muhalefetin yönetimindeki belediyeleri, inşallah merkezinde hizmet, eser ve yatırımın olduğu gerçek belediyecilikle yeniden buluşturacağız.

“TERÖRÜ KAYNAĞINDA YOK ETME STRATEJİMİZİ BAŞARIYLA UYGULUYORUZ”

Millî Güvenlik Kurulumuzun kasım ayı toplantısında terörle mücadeleden bölgemizdeki gelişmelere kadar pek çok konuyu ele aldık. Terörü kaynağında yok etme stratejimizi başarıyla uyguluyoruz. Suriye’nin kuzeyinde teröristlerden temizlediğimiz bölgelerde huzur ve güven iklimi hâkim. Tel Rıfat başta olmak üzere teröristlerin kümelendiği sınırımıza yakın alanları da inşallah eninde sonunda güvenli hâle getireceğiz.

Irak sahasında devam eden Pençe harekâtlarımızla bölücü terör örgütünü sınırlarımızdan uzaklaştırdık. Havadan ve karadan gerçekleştirdiğimiz nokta operasyonlarımızla teröristlerin üzerindeki baskıyı sürekli artırıyoruz. Sınırlarımız içinde bölücü örgütü bitme noktasına getirdik. Bundan 40 sene önce milletimizin başına musallat edilen terör belasından Türkiye’yi tamamen kurtarmakta kararlıyız.

Buradan bir kez daha terör örgütü eliyle ülkemizi sıkıştırmaya çalışanlara sesleniyorum, Türkiye’nin güneyinde, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde bir terör yapılanmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz. Operasyonlarımız neticesinde bitkisel hayata giren bölü terör örgütünü canlandırma, yeniden palazlandırma çabalarının farkındayız. Kimin ne yaptığını, kimin kiminle iş tuttuğunu çok iyi biliyoruz. Daha önce yaptığımız gibi, bir gece ansızın gelerek tüm bu senaryoları yırtıp atmaktan çekinmeyiz.

Bu vesileyle, sınırlarımız içinde ve dışında cansiperane bir şekilde görev yapan kahraman güvenlik güçlerimize Rabbimden muvaffakiyetler niyaz ediyorum. Şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, yarılarımıza acil şifalar diliyorum.

Türkiye’nin sınırlarında ve ötesinde yürüttüğü harekâtların stratejini hâlâ anlayamayanlara veya anladığı hâlde hazmedemeyenlere şu kelamıkibarı hatırlatmak isterim: ‘Kimi kuyu kazar her gelen içsin diye, kimi kuyu kazar her gelen düşsün diye’ Biz, ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için her geçen içsin diye barış, huzur, dostluk, kardeşlik, güven, refah kuyuları kazıyor, herkesin hizmetine sunuyoruz. Kendi akıllarınca bize, ama aslında ülkemize ve milletimize kuyu kazanları da kendi kibirleriyle, hasetleriyle, husumetleriyle, kirli hesaplarıyla baş başa bırakıyoruz.

“İKLİM KRİZİ, KONTROLSÜZ BÜYÜMENİN, AŞIRI TÜKETİM HIRSININ BİR SONUCUDUR”

İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine giderek daha fazla maruz kalıyoruz. Akdeniz çanağında yer alan Türkiye, aynı coğrafyayı paylaştığı diğer ülkelerle birlikte iklim krizinin can yakıcı sonuçlarını en çok hisseden, bundan en çok mağdur olan devletlerin başında gelmektedir. İklim krizi gerçeğiyle ne kadar erken yüzleşirsek, ülkemize yansımalarını da o derece hızlı kontrol altına alabiliriz.

İklim değişikliğinden bahsederken burada şu noktanın asla gözden kaçırılmaması gerekiyor: Bugün sekiz milyar insanın hayatını etkileyen bu krizin asıl müsebbipleri, gelişmiş, zengin, müreffeh Batılı ülkelerdir. İklim krizi, kontrolsüz büyümenin, aşırı tüketim hırsının bir sonucudur. Tabiatı bir emanet olarak değil de sömürülmesi gereken bir meta olarak gören zihniyet, son iki asırda dünyamıza çok büyük zarar vermiştir. Bu zihniyette köklü bir değişim olmadan iklim krizinin önüne geçemeyiz; Türkiye olarak her platformda bu gerçeği dile getiriyoruz.

Bir başka hakikat, iklim değişikliğiyle mücadelenin yeni adaletsizliklere, yeni sömürü düzenine yol açmamasıdır. Dünyayı en çok kirleten ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelede mali açıdan daha fazla yük almaları kaçınılmazdı. Biz, insanlığa ve gelecek nesillere karşı mesuliyetimizin bir gereği olarak iklim değişikliği meselesinde elimizi taşın altına koyuyoruz. Sera gazı emisyonunda tarihi sorumluluğumuz eser miktarda olmasına rağmen, insanlığın ortak geleceğine katkıda bulunmak adına kendi imkânlarımızla çok önemli adımlar atıyoruz. Bu çerçevede ilan ettiğimiz net sıfır emisyon hedefine 2023 yılında ulaşmayı öngörüyoruz.

Dubai’de düzenlenen Dünya İklim Eylemi Zirvesi’nde tüm bu konuları artısı ve eksisiyle çok net biçimde ifade ettik. Zirve’de ayrıca Gazze’de yaşanan insanlık dramını gündeme taşıdık.

“KOMŞULARIMIZDAN BAŞLAYARAK BÖLGE ÜLKELERİYLE İŞ BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRECEĞİZ”

Dün ve önceki gün gerçekleştirdiğimiz Doha ziyaretimiz ise, hem Katar’la ikili ilişkilerimiz, hem de Körfez İş Birliği Konseyi’yle münasebetlerimiz bakımından oldukça önemliydi.

2014 yılında kurduğumuz Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komitesi’nin 9. toplantısını başarıyla icra ettik. Komite toplantıları sırasında farklı alanlarda 12 belge imzaladık. Ziyaretimizin ikinci gününde Dönem Başkanı Katar’ın onur konuğu olarak Körfez İş Birliği Konseyi 44. Zirvesi’ne iştirak ettik. Konsey üyesi ülkelerle son 20 yılda 20 milyar dolardan fazla yükselişle 23 milyar dolara çıkarttığımız ticaret hacmimizi daha da artıracağız.

Yarın Yunanistan’a gidiyoruz, ardından 18 Aralık’ta Macaristan’a bir ziyaret gerçekleştireceğiz. Karşılıklı saygı ve ortak çıkarlar temelinde komşularımızdan başlayarak bölge ülkeleriyle iş birliğimizi güçlendireceğiz.

Ülkemizin uluslararası platformlar ile ikili ilişkilerinde siyasi, diplomatik ve ekonomik alanda kat ettiği her mesafe, bizi Türkiye Yüzyılı’na bir adım daha yaklaştırmaktadır. Bu anlayışla, hem içeride hem de küresel düzeyde belirlediğimiz hedeflerimize doğru yürüyüşümüzü kararlılıkla sürdürüyoruz. Hiçbir geçici sıkıntının, hiçbir sinsi çelmenin, hiçbir karanlık projenin bizi yolumuzdan alıkoymasına müsaade etmeyeceğiz. Hamdolsun, milletimiz bu hakikati görüyoruz.

İhtiyaç duyduğumuz her durumda bizim yanımızda yer alarak Türkiye Yüzyılı vizyonumuza omuz veren her bir vatandaşımıza şükranlarımı sunuyorum.

“ENFLASYONU KONTROL ALTINA ALIYORUZ”

Allah’ın izniyle insanımızı günlük hayatında sıkıntıya sokan meseleleri de birer birer çözüme kavuşturarak üstümüze serpilmeye çalışılan karamsarlık havasını darmadağın ediyoruz. En zoru geride kaldı, inşallah bundan sonra hep birlikte sürekli daha iyiye doğru gideceğiz. Enflasyonu yavaş yavaş kontrol altına alıyoruz. Hiçbir ekonomik mantıki ve ahlaki temeli olmayan fiyatlandırma davranışları, yerini rasyonel fiyatlamalara bırakmaya başladı. Salgın ve küresel krizlerle sarsılan makro finansal istikrarı güçlendirecek adımları kararlılıkla atıyoruz.

Üretim, istihdam, ihracat ve büyüme tarafındaki olumlu tablo yeni rekorlarla sürüyor. Yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 5,9 oranında büyüyerek OECD ülkeleri arasında en iyi performansı gösteren ülke olduk. Böylece 13 çeyrektir süren kesintisiz büyüme trendimizi 14’e çıkardık. 2023’ün ilk 9 aylık döneminde ekonomimiz yüzde 4,6’lık büyüme kaydetti. Kaliteli ve sürdürülebilir büyüme hedefimizden en küçük bir sapma yoktur. Yılın ilk 11 ayındaki ihracatımız 234 milyar doları buldu. Son verilere göre, istihdam 32 milyona ulaştı, işsizlik oranı ise yüzde 9,2’lere geriledi.

Çalışan emeklilerimizde serzenişlere sebep olan sıkıntıyı da gideriyoruz. Meclisimizin onayından sonra ilk düzenlemeden istifade edemeyen 4 milyon 689 bin emeklimizin hesabına bir defaya mahsus beş bin liralarını suretle yatıracağız.

Aile ve Gençlik Fonu’nun kuruluşuyla ilgili yasal süreç tamamlandı. Üniversiteli gençlerimize seçim öncesi verdiğimiz ücretsiz internet ve indirimli teknoloji desteği sözümüzü tuttuk.

İhtiyaç sahibi vatandaşlarımıza yönelik doğal gaz tüketim desteğini düzenli sosyal yardım programlarımıza dâhil ettik. Yıllık 900 ila 2500 lira arasında olan toplam 8 aylık ödeme miktarını 1500 ila 3500 liraya yükselttik. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarımıza her ay aktardığımız kaynak tutarı da 450 milyon liradan 850 milyon liraya çıktı.

Daha 10 ay evvel yaşadığımız ve ülkemiz ekonomisine 104 milyar dolar ilave yük getiren deprem felaketine rağmen hiçbir insanımızı, 85 milyonun hiçbir ferdini ihmal etmiyoruz.

“YILBAŞINDA ÇALIŞANLARIMIZIN ÜCRETLERİNDE BİR ARTIŞ YAPILACAK”

Yılbaşında çalışanlarımızın ücretlerinde hem genel ekonomik dengeyi sarsmayacak, hem de onların kayıplarını telafi edecek bir artış yapılacak. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarına 11 Aralık’ta başlanıyor. İşçilerimizin onayını alacak, işverenlerimizi de yormayacak ve istihdama zarar vermeyecek bir asgari ücret seviyesi hedefiyle bu süreç yönetilecek.

Önümüzdeki yılı dengeleri yeniden sağlamlaştırma, bir sonraki yıldan itibaren olan dönemi ise atılım süreci olarak görüyoruz. Büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolunda bıkmadan, usanmadan, durmadan mücadele etmeyi, yürümeyi, adım-adım hedeflerimize ulaşmayı sürdüreceğiz. Yeter ki 85 milyon olarak birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize, huzurumuza, mücadele azmimize sıkı sahip çıkalım, aramızda fitne fesat sokulmasına izin vermeyelim, gerisi sadece sabır ve vakit işidir. İnşallah 2028’i siyasi, ekonomik, beşeri ve askerî bakımdan bölgesinin ve dünyanın sayılı güçleri arasına girmiş bir ülke olarak karşılayacağız.

“GAZZE HALKINA UYGULANAN ZULME KARŞI ÇIKMAK İÇİN SADECE İNSAN OLMAK YETERLİDİR”

Türkiye, dünyanın neresinde bir mazlum ve mağdur var ise, inancına, rengine, kimliğine bakmadan onun yanında olmayı ilke edinmiş bir devlettir. Bu bizim medeniyetimizden, tarihimizden, kültürümüzden, ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz bir haslettir. Gerektiğinde bedel ödeme pahasına şahit olduğumuz kötülükleri yapabiliyorsak, elimizle düzeltmenin, mümkün değilse dilimizle anlatmanın, ona da mani varsa kalbimizle buz etmenin gayreti içinde olduk. Bu da imanın en zayıf derecesidir. Sadece son 70 yılımıza baktığımızda dahi bu yaklaşımın pek çok örneğini görebiliyoruz. Kore’ye bu hissiyatla gidip kan döktük, can verdik. Kıbrıs’taki soydaşlarımızı kurtarmak için bu hassasiyetle Barış Harekâtı gerçekleştirdik. Irak’ta, Suriye’de, Ukrayna’da ve daha pek çok yerde başı dara düşen insanlara kapımızı bu anlayışla açtık. İslam dünyasından, Türk coğrafyalarından, Afrika’dan, Güney Asya’dan sayısız insana bu vizyonla sahip çıktık. Karabağ’ın işgaline, Türkistan’daki zulme, Keşmir ve Arakan’daki haksızlıklara bu düşünceyle rıza göstermedik. Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya gönül coğrafyamızın her köşesine hep bu şekilde baktık. Bugün aynı onurlu duruşu Gazze’ye yönelik barbarlık karşısında Filistin halkının yanında yer alarak sergiliyoruz.

Tevfik Fikret’in, ‘Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, hakkın da görülmez kolu, dönmez yüzü vardır’ dizelerinde ifade ettiği gibi, bizim safımız yalnızca bükülmez kolu, dönmez yüzüyle hakkın yanı olabilir. Üstelik Gazze’de öldürülen binlerce çocuğun, kadının, yaşlının, masumun yanında yer almak için öyle çok derin, felsefi gerekçeler aramaya gerek de yoktur. Tolstoy’un ‘Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır’ sözünde işaret ettiği gibi, Gazze halkına uygulanan zulme karşı çıkmak için sadece insan olmak yeterlidir. İsrail, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Filistin coğrafyasında uyguladığı her zulmün hesabını elbette verecektir, bundan kaçış yok. Netanyahu nereye kaçar bilemiyorum. Mülteci kamplarında uyguladığı katliamlar ve Gazze’de 7 Ekim’den bu yana işlediği savaş suçları, bu ülkeyi yönetenlerin yakın gelecekteki yargılanmalarında ayrı bir yere sahip olacaktır.

“İSRAİLLİ YÖNETİCİLER ER YA DA GEÇ İNSANLIK MAHKEMESİNDE YARGILANACAK”

Türkiye, kendisi gibi düşünen devletler ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte bu meseleyi her platformda gündeme getirecek, takip edecek ve somut sonuçlara ulaşmasını sağlamak için sonuna kadar çalışacaktır. Evet, İsrailli yöneticiler er ya da geç insanlık mahkemesinde yargılanacak, hak ettikleri cezaları çekecek, tarihin çöplüğündeki yerlerini alacaklardır. Daha önemlisi, Netanyahu yönetimine bu cüreti veren, işlediği insanlık suçlarının üzerini örten Batılı ülkeler de aynı akıbeti paylaşacaklardır. Şayet Amerika ve Avrupa ülkeleri İsrail’e sınırsız siyasi, askerî ve ekonomik destek vermemiş olsa, bu terör devletinin yöneticiler böylesine pervasız ve acımasız hareket edemezdi. Esasen Batının tarihi bu bakımdan oldukça karanlıktır, oldukça çirkindir, oldukça vahşi, gaddarlık örnekleriyle doludur. Biz bunların niyetini Bosna’dan, Makedonya’dan, Yunanistan ve Bulgaristan’dan, Çanakkale’den, Ermenistan’dan, Filistin’den, Irak’tan, Suriye’den, oralardaki vahşetlerinden ve sinsi oyunlarından biliriz. Dünyayı asırlardır Batı değerleri safsatasıyla oyalayanlar, sadece kendi güvenlik ve refahları dışında hiçbir değerleri olmadığını defalarca ispatlamışlardır. Esasen Batının ‘değerlerim’ diye sunduğu inanç, felsefe, hukuk ve bilim unsurlarının tamamı başka coğrafyalara ve toplumlara aittir. Batının inancı, Kudüs Nasıra, bu felsefe, Ege ve Batı Anadolu, hukuki itibariyle Akdeniz ve Roman, bilimi Endülüs ve doğu dünyası kökenlidir. Sadece barbarlık, gerçek anlamda Batıya ait bir vasıftır. Haçlı Seferlerinde 4 milyon, sömürgelerinde 50 milyon, birinci ve ikinci dünya savaşlarında 70 milyon insanı katleden Batı, hep bu vasfını sergiliyordu.

Gazze’deki vahşete ortak olan Batı, çalıp çırptığı tüm değerleri bir kenara bırakıp yine sadece mayasındaki barbarlık dürtüsüyle hareket etmektedir. İsrail’e en küçük bir söz söyletmeyip Gazze’de yapılanları dile getirenlerin üzerine hoyratça giden Batı yönetimleri, bireysel düzlemde insan olma, kurumsal düzlemde devlet olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Aynı şekilde, Birleşmiş Milletler ve onun en önemli organı olan Güvenlik Konseyi gibi kurumlar da bu zulüm karşısında sergiledikleri acizlikle insanlığın ortak çatısı olma hürriyetlerinden iyice uzaklaşmışlardır. Genel Sekreter Sayın Guterres’in samimi çabaları, Güvenlik Konseyi’nin kimi daimi üyeleri tarafından engellenmiştir. Biz yıllardır ‘dünya beşten büyüktür’ diye haykırırken işte bu gerçeklere işaret, bu haksızlıklara isyan ediyorduk. Buradan açıkça söylüyorum; Batının etekleri altına saklanan İsrail yönetimi, zulmünü ne kadar tırmandırırsa sonuçta ödeyeceği bedeller de o kadar ağır olacaktır. Masum çocukları, kadınları, yaşlıları, silahsız ve çaresiz insanları dünyanın en modern savaş araçlarıyla öldürmek, sadece İsrail yöneticileri gibi korkaklara mahsus bir zavallılıktır. Gazze’deki bir avuç sivil karşısında yüreği de, bacağı da titreyen İsrail’in gerçek bir orduyla, gerçek bir güçle karşı karşıya geldiğinde paramparça olacağı muhakkaktır. İsrail yönetiminin böyle bir acı akıbete gerek kalmadan bir an önce aklını başına toplamasını ümit ediyoruz. Bölgeye huzur gelmesinin tek yolunun 1967 sınırlarında Doğu Kudüs’ün Başkenti olduğu coğrafi bütünlüğe sahip, bağımsız, egemen bir Filistin devletinin kuruluşundan geçtiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.

“GÜVENLİ ŞEHİRLER İÇİN TEK ÇARE KENTSEL DÖNÜŞÜMDÜR”

Geçtiğimiz günlerde Marmara Bölgesinde yaşanan 5,1 büyüklüğündeki nispeten hafif sarsıntı, bizlere deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Bilindiği gibi Türkiye, Alpler’den Himalaya’lara uzanan kuşak içerisinde en fazla deprem riski taşıyan beşinci ülkedir. Topraklarımızın yüzde 66’sı, nüfusumuzun yüzde 71’i deprem açısından riskli alanlarda yer alıyor. Ülkemizde son bir asırda altı ve üzeri büyüklükte 231 deprem meydana geldi. Bu afetlerde 130 binden fazla canımızı toprağa verdik. Son olarak 6 Şubat depremlerinde 50 binden fazla insanımız yıkıntıların altında kalarak hayatını kaybetti. Rabbim, deprem şehitlerimize rahmet eylesin. Onları cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin diyorum.

Bu coğrafyada yaşamak demek, deprem gerçeğiyle yüzleşmek, karşımızdaki tehlikeyi kabullenmek ve ona göre hareket etmek demektir. Önümüzdeki tablonun bize gösterdiği tek çözüm yolu, depreme dayanıklı binalar yapmaktır, yani kentsel dönüşüm dediğimiz bu adımı atmak ve bu adımı attık. Maalesef ülkemiz uzunca bir süre bu toprakların hakkını vermek yerine, hakkına giren bir anlayışla yönetildiği için diğer pek çok husus gibi deprem tehlikesi de göz ardı edilmiştir. Büyük yıkıma yol açan 1999 felaketi, bu meselenin yeniden ve güçlü bir şekilde gündeme gelmesine, standartların yeniden belirlenmesine vesile oldu. Biz de bu süreci daha ileriye taşıyarak 2012 yılında tarihimizde ilk defa kentsel dönüşüm yasasını çıkarttık. Yapı Denetim Kanunu başta olmak üzere konuyla ilgili mevzuatı güncelledik, geliştirdik. Kentsel dönüşüm yasasının çıktığı tarihten bugüne kadar hayata geçen projelerde Türkiye genelinde 480 milyar liralık yatırımla 2 milyon 200 bin bağımsız bölümün dönüşümünü tamamladık. Hâlihazırda ülke genelinde yaklaşık 400 bin bağımsız bölümün dönüşüm süreci devam ediyor. Türkiye’de yaklaşık 31 milyon konut ve 5 milyon ticari alandan oluşan 36 milyon bağımsız bölüm var. Bunların 6 milyonu deprem riski altındadır. Üstelik bunların yaklaşık yarısının da acilen dönüşmesi gerekiyor. Dolayısıyla, güvenli şehirler için tek çare kentsel dönüşümdür. Kentsel dönüşümün ne kadar önemli olduğunun en son ve somut örneği 6 Şubat depremleridir. Bu hakikati görmezden gelmek, ertelemek, siyasi çıkarlar için istismarına yeltenmek çok açık ve net söylüyorum, ülkemize ihanet etmek demektir. Kentsel dönüşüm konusu Türkiye için tartışmasız bir beka meselesidir. Hepsinden önemlisi bu konu siyaset üstü, siyasi partiler üstü bir konudur.^

“TOKİ VASITASIYLA 1,3 MİLYON KONUTU HAK SAHİPLERİNE TESLİM ETTİK”

Hazreti Mevlana, ‘akıl sonradan ah çekmek için değil, düşünüp tedbir almak içindir’ der. İnancımızda da tedbir tevekkülden önce gelir. Hükûmet olarak kentsel dönüşüm konusuna ilk günden beri hep bu zaviyeden baktık. Vatandaşlarımızı gecekondu denilen sağlıksız yapılarla birlikte depreme dayanaksız yüksek katlı binalardan da kurtararak onları modern, güvenilir, dayanıklı yuvalara kavuşturmayı hedefledik. Zemin artı üç olsun, zemin artı dört olsun, bilemediniz zemin artı beş olsun dedik. Ve o günden bugüne inşaatlarımızı bu şekilde yapıyoruz. TOKİ Başkanlığımız bu sürecin öncüsü olarak gerçekten kritik bir rol üstlendi. Maruz kaldığı onca haksız, insafsız eleştirilere rağmen TOKİ vasıtasıyla şimdiye kadar 1,3 milyon konutu tamamladık, hak sahiplerine teslim ettik. Ancak üzülerek ifade etmek isterim ki attığımız her adımda tamamen ideolojik saiklerle hareket eden bir kesimi karşımızda bulduk. Akla hayale gelmedik bahanelerle ve hatta iftiraya varan kampanyalarla projelerimize sürekli takoz oldular. Ne kendileri bir iş yaptılar ne de bizim bu meseleyi çözmemizi istediler. Kanundaki boşlukları kullanarak yalan ve yanlış bilgilerle insanımızın aklını bulandırarak kentsel dönüşüm projelerimizi sabote ettiler. Maalesef bunun acısını depremin yıktığı birçok şehrimizde yaşadık. Vatandaşlarımızın canları ve mallarıyla bir daha böyle bedeller ödememesi için kentsel dönüşüm çalışmalarımızı bir üst seviyeye çıkarma kararı aldık. Bu amaçla geçtiğimiz Eylül ayında çok geniş bir katılımla Deprem Gerçeği ve Kentsel Dönüşüm Şûrası düzenledik. Şûrada ortaya çıkan teklifler Şûranın en güzel neticesi de oydu, diğer çalışmalar ışığında yeni bir kentsel dönüşüm yasası hazırladık. Kanun teklifimiz geçtiğimiz aybaşında Meclisimizden onay aldı ve yürürlüğe girdi.

Yeni kentsel dönüşüm mevzuatının yürürlüğe girmesiyle birlikte muhalefet ve malum çevreler daha önce yaptıkları gibi hemen tezvirata başladı. Vatandaşın malına el konulacak, bu iftiradan başlayarak rantsal dönüşüm bühtanına kadar sayısız yalanı tedavüle soktular. Oysa kanunda ne böyle bir ifade var, ne de böyle bir durum söz konusu değildi. Düzenlemenin tek bir gayesi vardır o da kentsel dönüşüm sürecindeki engelleri ortadan kaldırmak ve dönüşüm sürecini hızlandırmaktır.

“BİNALARIN KENTSEL DÖNÜŞÜME DÂHİL EDİLMESİ SALT ÇOĞUNLUĞA BAĞLANDI”

Yeni kanunla kentsel dönüşüm konusunda yapılan değişiklikler şunlardır: Daha önce çok daha yüksek çoğunluk gerektiren çok sayıda bağımsız birime sahip binaların kentsel dönüşüme dâhil edilmesi salt çoğunluğa bağlandı. Yani bir binada oturanların yüzde 50’sinden 1 fazlası onay verdiği zaman kentsel dönüşüm ve inşaat ruhsatı alınabilmesi mümkün hâle getirildi. İmar planlarının ilan-askı ve itiraz süreçleri kısaltıldı. Tebligatların yapıların kapısına asılabilmesi, elektronik devlet üzerinden bildirilebilmesi ve muhtarlıklarda ilan edilebilmesiyle süreç hızlandırıldı.

Deprem riskinin en çok hissedildiği yerlerin başında gelen İstanbul’daki kentsel dönüşüm projeleri için yarısı bizden kampanyasının uygulanabilmesi amacıyla yasaya mali yardım hükmü de eklendi. Diğer şehirlerimizin her biri için de oranın şartlarına, ihtiyaçlarına, beklentilerine uygun özgün modeller geliştirilmesine imkân tanındı. Anlaşmazlıkların çözümü için arabuluculuk sisteminin devreye alınmasından, ihtisas mahkemelerine kadar çeşitli mekanizmalar getirildi. Dönüşüm alanlarında imar planlarının yeni kurulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca onaylanması zorunluluğu getirilerek istismarların ve gecikmelerin önüne geçilmesi hedeflendi. Hak sahibinin borcunu ödeyememesi hâlinde dönüşen konut borcu nispetinde Hazine’ye teshil edilmesi ve yine hak sahibine ömür boyu ücretsiz tahsisine imkân verildi.

Yerleşime uygun olmayan bütün bu alanların riskli alan olarak belirlenmesi ve bu alanlarda yapılaşmaya izin verilmemesi temin edildi. Kentsel dönüşüm projelerine kamu desteği için kaynak sağlayacak yöntemler geliştirildi. Yapılan tüm bu düzenlemelerin amacı kentsel dönüşümü hızlandırarak milletin ve şehirlerimizin can ve mal güvenliğini sağlamaktır.

Küçük çıkar kavgalarıyla veya kaygılarıyla kentsel dönüşüm projelerinin geciktirilmesinin önüne geçilebilmesi ancak bu şekilde mümkündür. Yeni kanunla getirilen düzenlemelerde herhangi bir rant sağlama amacı veya hak sahiplerinin başka bir bölgeye gönderilmesi söz konusu değildir. Kim bunun aksini iddia ediyorsa, müfteridir, yalancıdır, bu milletin iyiliğini istemiyor demektir.

“2024 YILI BÜTÇEMİZDE DEPREMZEDE ŞEHİRLERİMİZİN YENİDEN İNŞASINA 1 TRİLYON LİRA KAYNAK AYIRDIK”

Dönüşüm çalışmalarında Pazartesi günü 5.1 büyüklüğünde bir depremle sarsılan Marmara Bölgemize daha fazla özel önem vermemiz elbette sebepsiz değildir. Süreci diğer şehirlerimizde yönetmek ve hızlandırmak nispeten daha kolaydır. Ancak, İstanbul’un da içinde yer aldığı Marmara Bölgemizde yaşanacak bir felaketin, Allah korusun, tüm Türkiye’ye ağır maliyeti olacaktır; bu gerçek karşımızdayken başka türlü hareket edemeyiz. Amacımız, İstanbul’da her yıl 350 bin konut inşa ederek 5 yıl içinde acil dönüşüm gerektiren tüm binaları yenilemektir.

Tabi bu arada 6 Şubat depremlerinde yıkılan şehirlerimizi ayağa kaldırmaya yönelik çalışmalarımızda en küçük bir aksaklığa, en küçük bir ihmale izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. İnşasına başlanan 250 bin bağımsız bölümden 46 binini yılbaşından önce hak sahiplerine teslim edeceğiz, takip eden aylarda da biten konutların teslimini sürdüreceğiz.

Vatandaşlarımızdan gelen taleplere, bütün bunlara kulak vererek yerinde dönüşümü kolaylaştıracak hibe ve kredi desteklerini içeren yeni modelleri de devreye aldık. Yerinde dönüşüm projelerine başvuru sayısı 247 bini buldu. Sadece bölgedeki altyapı çalışmaları için 40 milyar liralık kaynağı ilgili kurumlarımızın kullanımına tahsis ettik. 2024 yılı bütçemizde depremzede şehirlerimizin yeniden inşasına 1 trilyon lira kaynak ayırdık. Deprem bölgesindeki şehirlerimizde sadece konut yapmakla kalmıyor, bu şehirlere kimliğini veren ticari alanları ve kültürel yapıları da yeniden ayağa kaldırıyoruz.

Ayrıca, bu şehirlerimizin meydanlarını, kent merkezlerini ve önemli ana caddelerini yine Hükûmet olarak biz yapıyoruz.

“81 VİLAYETİMİZİN TAMAMINDA PROJELERİMİZ DEVAM EDİYOR”

Aynı şekilde depremde zarar gören yollar ve ulaştırma yatırımlarıyla ilgili sorunları da yine biz giderdik, biz gideriyoruz. Deprem bölgesinde şu an yapım süreci devam eden yeni yolların toplam uzunluğu 180 kilometreyi buluyor. Deprem şehirlerimiz başta olmak üzere 81 vilayetimizin tamamındaki yol, otoyol, köprü, tünel, viyadük ve metro projelerimiz de devam ediyor.

Hava ve demir yolu ulaşımında açılışa hazır devasa yatırımlarımız var. Önümüzdeki dönemde yapımı tamamlanan ulaştırma projelerimizin resmî açılışlarını peyderpey inşallah yapmaya devam edeceğiz.

Hiç kimsenin ülkemizi depreme hazırlamadaki en önemli aracımız olan kentsel dönüşüm projelerini dinamitlemesine, yavaşlatmasına, sulandırmasına izin vermeyeceğiz.

Milletimizin de siyasi istismarcılara kulak asmayacağına inanıyorum. Bu konuda bize destek veren herkese şükranlarımı özellikle sunuyorum.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim ile bir araya geldi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim ile bir araya geldi için yorumlar kapalı 236790

Türkiye ile Katar arasındaki Yüksek Stratejik Komite’nin Dokuzuncu Toplantısı vesilesiyle Katar’a bir ziyaret gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ile Lusail Sarayı’nda bir araya geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim tarafından resmî törenle karşılandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim’in tören alanındaki yerlerini almasının ardından iki ülke millî marşları çalındı.

Katar Emiri Şeyh Temim ile tören kıtasını denetleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, askerleri selamladı. İki ülke heyetlerinin takdiminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim, baş başa görüşmeye geçti.

Baş başa görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim, Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite Dokuzuncu Toplantısı’na başkanlık etti.

Toplantının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim’in huzurunda, iki ülke arasındaki anlaşmaların imza törenine geçildi.

İKİ ÜLKE ARASINDA İMZALANAN ANLAŞMALAR

“Türkiye Cumhuriyeti ve Katar Devleti Arasında Yüksek Stratejik Komite Dokuzuncu Toplantısına İlişkin Ortak Bildiri” Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani tarafından imzalandı.

“Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Katar Dışişleri Bakanlığı Arasında Karşılıklı Çıkar Sağlayan Konular Hakkında Siyasi İstişareler Kurulmasına Dair Mutabakat Zaptı”na Dışişleri Bakanı Fidan ve Katar Dışişleri Bakanı Al Sani imza attı.

“Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Katar Kültür Bakanlığı Arasında Kültürel Alanda İşbirliği Mutabakat Zaptı’nın Uygulanmasına Yönelik Üçüncü Yürütme Programı 2024-2025” Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Katar Kültür Bakanı Abdurrahman bin Hamed Al Sani tarafından imzalandı.

“Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Katar Devleti Çalışma Bakanlığı Arasında Çalışma Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı”nı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Katar Çalışma Bakanı Ali Bin Semih Al Marri imzaladı.

“Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü ile Katar Devleti Hayır İşleri Düzenleme Kurumu arasında İnsani Yardım ve Hayır İşleri alanında İşbirliği Hususunda Mutabakat Zaptı” Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Katar Sosyal Kalkınma ve Aile Bakanı Meryem binti Ali bin Nasır el-Misned tarafından imza altına alındı.

“Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı ile Katar Devleti’ndeki Lusail Üniversitesi Arasında Türkiye Türkçesi Öğretim Merkezleri Kurulmasına İlişkin İşbirliği Protokolü”nü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Lusail Üniversitesi Rektörü Ali Bin Fetais Al Mari imzaladı.

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Askeri Çerçeve Anlaşması”na Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Katar Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Halid bin Muhammed Al Atiyye imza attı.

“Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Katar Devleti Hamad Bin Khalifa Üniversitesi Arasında Bilimsel İşbirliği için Mutabakat Zaptı” ile “Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Katar Devleti Hamad Bin Khalifa Üniversitesi Arasında Stratejik İşbirliği Anlaşması” Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile Katar Vakfı Hamad bin Khalifa Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Şeyha Hind bint Hamad Al Sani tarafından imzalandı.

“Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Katar Devleti İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı arasında Bilgi ve İletişim Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı”na Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile Katar İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı Muhammed bin Ali Al Mannai imza attı.

“Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Katar Devleti Maliye Bakanlığı Arasında Ortak İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı”nı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Katar Maliye Bakanı Ali bin Ahmed Al Kuwari imzaladı.

“Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi ile Katar Ticaret ve Sanayi Odası Arasında Yatırımın Teşviki Alanında İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptı” Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Burak Dağlıoğlu ile Katar Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Şeyh Halife bin Casim Al Sani tarafından imza altına alındı.

“Türkiye İhracatçılar Meclisi ile Katar Ticaret ve Sanayi Odası Arasında Mutabakat Zaptı”nı ise Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe ve Katar Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Şeyh Halife bin Casim Al Sani imzaladı.

seers cmp badge