Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Türkiye nasıl enerji kaynaklarını çeşitlendiriyorsa savunma sanayi kaynaklarını da çeşitlendirmek durumundadır” Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Türkiye nasıl enerji kaynaklarını çeşitlendiriyorsa savunma sanayi kaynaklarını da çeşitlendirmek durumundadır” için yorumlar kapalı 55956

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin yaptığı açıklamada, “Türkiye nasıl enerji kaynaklarını çeşitlendiriyorsa savunma sanayi kaynaklarını da çeşitlendirmek durumundadır. Yaşadığımız coğrafya itibarıyla Türkiye’nin büyüyen, genç, dinamik nüfusu ve coğrafyası dikkate alındığında, farklı kaynaklardan savunma sanayi ihtiyaçlarını karşılamasından da daha doğal bir şey olamaz” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’na ilişkin düzenlediği basın toplantısında, gündemdeki gelişmelere ve toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulundu ve basın mensuplarının sorularını cevapladı.

“TÜRKİYE OLMADAN SURİYE’DE VE BÖLGEDE OYUN KURULAMAZ”

Kamuoyu ile canlı olarak paylaşılan toplantıda, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şunları söyledi:  “Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında gerçekleştirilen Kabine Toplantısı’nın ardından sizinle birlikteyim. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımız takdim konuşmalarında özellikle 13 Kasım’da gerçekleştirdikleri Washington ziyaretiyle ilgili bir değerlendirmede bulundular. Daha sonra Meclis’te devam eden bütçe görüşmeleri kısaca ele alındı. Tabii Suriye, güvenlik, terörle mücadele, güvenli bölgenin kurulması, mültecilerin yerlerine geri gönderilmesi, İdlib’deki gelişmeler, yaklaşmakta olan NATO Zirvesi ve diğer konular da bugün Kabine Toplantısı’nın gündemindeydi. Güvenlikle ilgili her zaman olduğu gibi İçişleri, Dışişleri, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Millî Savunma Bakanlığımızın sunumları oldu. Ayrıca, bugün Ticaret Bakanlığımızın ve Tarım Orman Bakanlığımızın da birer sunumu oldu. Bu geniş ve yoğun gündemli Kabine Toplantısı’yla ilgili de sizlerle birkaç konuyu da paylaşmak isterim.

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın 13 Kasım’da gerçekleştirdiği ziyaretin bizim açımızdan başarıyla neticelendiğini ifade etmek isteriz, çünkü bu vesileyle Cumhurbaşkanımızın Türkiye’nin tezlerini açık, net bir şekilde ortaya koymuştur. Ve oradan çıkan tablo, Türkiye olmadan Suriye’de ve bölgede oyun kurmanın mümkün olmadığı, olmayacağı gerçeğidir.

“KARŞILIKLI ÇIKARLARIN KORUNMASI DIŞ POLİTİKADAKİ İLİŞKİLERİMİZİN TEMEL PRENSİBİDİR”

Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Trump ile yaptığı görüşmede ikili konular etraflı bir şekilde ele alınmıştır, S-400 konusundan F-35’lere, Patriot’lar meselesinden savunma sanayiinde iş birliğine, kongredeki siyasi gündemden 100 milyar dolarlık ticaret hacmine kadar geniş yelpazede bu konular etraflı bir şekilde ve açık ve samimi bir biçimde bu görüşmelerde ele alınmıştır.

Siz de takip ettiniz, özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın 5 senatörle yaptığı görüşmede de Türkiye’nin tezleri, pozisyonu, endişeleri, güvenlik kaygılar açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir. Dolayısıyla ziyaret öncesinde işte radikal bir kopuş olacak, kriz olacak beklentilerini boşa çıkartan bir tablonun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Tabii bizim hem Amerika Birleşik Devletleri ile hem diğer ülkelerle ilişkilerimizin de temel prensipleri bellidir, egemenlik hakları çerçevesinde eşit aktör ilişkisini esas alan bir ilişki söz konusudur. Burada karşılıklı çıkarların korunması ve karşılıklı saygıyı esas bir ilişki modalitesi bizim sadece Amerika Birleşik Devletleri ile değil, dünyanın diğer ülkeleriyle de dış politikadaki ilişkilerimizin temel prensibini oluşturmaktadır.

“BARIŞ PINARI HAREKÂTI YAKIN TARİHİN EN ÖNEMLİ HADİSELERİNDEN BİRİDİR”

Bu hususun da altını özellikle çizmek istiyorum, çünkü zaman zaman bununla ilgili birtakım spekülasyonlar yapılıyor, Türkiye’nin özellikle Barış Pınarı Harekâtı’yla elde ettiği başarıyı gölgelemeye dönük birtakım dezenformasyon faaliyetlerinin, çarpıtma çabalarının hâlâ devam ettiğini de maalesef üzüntüyle izliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi imkân ve kabiliyetleriyle gerçekleştirdiği bu harekât bizim yakın tarihimizin en önemli hadiselerinden bir tanesidir. İleride inşallah bugünler yazıldığı zaman, tarihçiler bu harekât sayesinde ve bundan önce yapılan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları’yla Suriye’nin kuzeyinde ve sınırımızın güneyinde kurulmak istenen terör koridoruna ve terör devletine çok ciddi bir darbe vurulduğunu mutlaka yazacaklardır. Dolayısıyla burada bu harekâtın başarısını ve sonrasında elde ettiğimiz stratejik mevzileri gölgeleyecek spekülasyonlardan uzak durulması gerekiyor. Amerika ziyareti de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu tespitleri ve kazanımları teyit eden bir netice doğurmuş ve tablo da bu şekilde ilerlemeye devam etmektedir; bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

“TÜRKİYE NATO’NUN TEMEL PRENSİPLERİNE BAĞLIDIR”

Uluslararası arenada bu çerçevede bildiğiniz gibi 3-4 Aralık’ta Londra’da bir NATO Zirvesi gerçekleşecek ve Cumhurbaşkanımız da bu zirveye katılacaklar. Burada özellikle NATO’yla ilgili birçok tartışmaların yapıldığını, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği, ittifakın çatırdamaya başladığı, müttefiklerin birbirleriyle uyum içinde hareket etmediği, külfet paylaşımının yapılmadığı şeklinde birtakım tespitlerin, değerlendirmelerin, şikâyetlerin, hatta suçlamaların olduğu bir ortamda Sayın Cumhurbaşkanımız da NATO Zirvesine ciddi bir hazırlık yaparak gidecek ve burada NATO’nun misyonu, vizyonu, 21. yüzyıldaki konumunu, bundan sonraki faaliyetleri, tehdit algısı ile ilgili önemli mesajlar verecekler. Bu hazırlığın da başladığını özellikle ifade etmek istiyorum, çünkü Türkiye NATO’nun güçlü, önemli bir müttefiki olarak ittifakın temel prensiplerine bağlıdır. Fakat bizim bunun ötesinde NATO’nun 21. yüzyıldaki konumu, pozisyonu, öncelikleri konularında da bir zihni berraklık içerisinde olmamız gerekiyor. Yakın dönemde özellikle bu konuda bir karışıklığın olduğunu, karmaşıklığın olduğunu hepimiz görüyoruz, yapılan açıklamalar da bu karışık tabloyu daha da karmaşık hâle getiriyor. Bu zirvenin NATO’nun geleceğine ilişkin daha belirgin, daha berrak, daha aydınlık bir tablonun ortaya çıkmasına vesile olacağını biz ümit ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu çerçevede hazırlıklarını yürütmekte.

Bildiğiniz gibi NATO Zirvesi marjında da Türkiye artı üç Avrupa ülkesiyle bir dörtlü zirve yapılacak, yani Fransa, Almanya ve İngiltere liderleri Sayın Cumhurbaşkanımızla bir dörtlü zirve gerçekleştirecekler. Bunun bildiğiniz gibi ilk ön hazırlık toplantısını evvelsi hafta biz İstanbul’da yapmıştık benim ev sahipliğimde, şimdi o zirvede de hem bu ülkelerle ikili ilişkilerimizi hem Türkiye’nin genel olarak Avrupa coğrafyasıyla olan ilişkisini hem Suriye, terörle mücadele, Irak, İran ve diğer konuları, Libya da dahil olmak üzere ele almayı planlıyoruz. Avrupalı mevkidaşlarımızın önerisi, bu zirvenin sadece bir defalığına mahsus olarak değil, daha düzenli bir şekilde yapılması yönünde bir önerileri var. Bunu tabii liderler de kendi aralarında görüşerek bir karara bağlayacaklar, ama prensipte böyle bir platformun etkin bir şekilde kullanılmasının biz de iyi olacağı kanaatindeyiz.

“TERÖR UNSURLARININ YAPTIĞI TACİZ ATIŞLARININ KABUL EDİLEBİLİR HİÇBİR TARAFI YOKTUR”

Tabii Barış Pınarı Harekâtı’na atıf yaptım, burada özellikle askerî birliklerimizin ve bizim desteğimizle, kontrolümüzle ilerleyen Suriye Millî Ordusu unsurlarının bölgede, Tel Abyad, Rasulayn ve diğer bölgelerde güvenlik ve istikrarlaştırma çalışmalarına devam ettiğini, insani yardımları da muhtaçlara ilettiğini ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla orada süreç devam ediyor.

Tabii sahada birçok zorluklar var, zaman zaman siz de görüyorsunuz, tahriklerin olduğunu, tacizlerin olduğunu hep birlikte görüyoruz. Burada tabii biz hem 17 Ekim anlaşmasının muhatabı olan Amerika Birleşik Devletleri’ne hem de 22 Ekim Soçi Anlaşması’nın muhatabı olan Rusya Federasyonu’na bu anlaşmaların gereğini yerine getirmeleri çağrımızı yeniliyoruz, yineliyoruz, çünkü burada barış ve istikrarın sağlanması herkesin faydasına olacaktır. Terör unsurlarının yaptığı intihar saldırılarının, taciz atışlarının, özellikle sivillere yönelik baskılarının kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Bunları durdurmak Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafının tasarrufundadır, mesuliyetindedir, bu konuyu da özellikle hatırlatmak istiyorum.

Özellikle insani yardımlar konusunda bildiğiniz gibi ilgili kurumlarımız şu anda Suriye’nin farklı yerlerine, sadece doğusuna değil, batı bölgelerine, İdlib de dâhil olmak üzere, Cerablus, Azez bölgesi, Afrin bölgesi de dâhil olmak üzere insani yardımlarını ulaştırıyorlar. Dolayısıyla harekât başlamadan önce ve hareket esnasında dile getirilen oradaki azınlıkların, Kürtlerin, dini azınlıkların, Hıristiyanların hedef alınacağı şeklindeki kehanetlerin hiç birisinin doğru olmadığı açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Daha önce de zaten bizim hem Zeytin Dalı Harekâtı’nda hem Fırat Kalkanı Harekâtı’nda geçmişte yaptıklarımız son derece açık ve nettir. Özellikle insani yardımlar ve insani konularda askerlerimizin ne kadar hassas olduğu görülmüştür, hamdolsun Barış Pınarı Harekâtı’nda da aynı tablo açık ve ne bir şekilde iftihar duyacağımız bir şekilde ortaya çıkmıştır.

“İDLİB’DEKİ DURUM HASSASİYETİNİ KORUYOR”

Tabii bu çerçevede İdlib’deki durum hassasiyetini koruyor, bunu da Suriye bağlamında ifade etmek isterim. Rus makamlarıyla bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor. Tabii burada gene Rus makamlarının üzerine ciddi bir mesuliyet, sorumluluk düştüğünü ifade etmek isterim, çünkü orada İdlib gerginliği azaltma bölgesi çerçevesinde yaptığımız anlaşma hâlâ bakidir ve mevcut statükonun korunması, İdlib’de yeni bir insani krizin yaşanmasının önlenmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Bizim orada 12 tane askerî gözlem noktamız var, bunların güvenliği açısından da bu 12 askerî gözlem noktasının koruduğu sivillerin yaşam haklarının muhafaza edilmesi açısından da rejimin tahriklerinin ve tacizlerinin mutlaka engellenmesi gerekiyor. Bu konuda Rusya tarafına da bir sorumluluk düştüğünü özellikle ifade etmek istiyorum, aksi hâlde orada yeni bir kaos, yeni bir göç dalgası, yeni bir insani kriz, yeni bir insani dram anlamına gelecektir. Umarız bu konuda da Rus mevkidaşlarımız gerekli çalışmaları vakit kaybetmeden hızlı bir şeklide yaparlar.

Ama şunun altını özellikle çizmek istiyorum; Biz İdlib gerginliği azaltma bölgesi mutabakatına bağlıyız, bunun gereklerini yerine getiriyoruz. Oradaki askerî gözlem noktalarımızla ilgili de herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.

Bu arada bildiğiniz gibi bu atıf yaptığım harekâtların, yani özellikle son olarak Barış Pınarı Harekâtı’nın yanı sıra eşzamanlı olarak Irak sahasında Pençe Harekâtı’nın 3. başladı devam etmekte, aynı şekilde sınırlarımızın içerisinde de Kıran Harekâtları devam etmekte. Yani Türkiye’nin askerî kabiliyetleri açısından baktığınızda, şu geçtiğimiz üç, dört aylık süre içerisinde aynı anda Irak sahasında, Suriye sahasında ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında birbiriyle koordineli, ama farklı üç büyük operasyonun, harekâtın yapılmakta olduğunu hatırlamakta fayda var. Zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin Silahlı Kuvvetleri’nin askerî imkân ve kabiliyetleriyle ilgili spekülasyonların yapıldığını, terörle mücadelede etkin netice alınmadığını söyleyenler oluyor, ama bu tabloya baktığınız zaman PKK terör örgütüne karşı, onun Suriye’deki uzantılarına karşı, DEAŞ terör örgütüne karşı, onun farklı yerlerdeki uzantılarına karşı hamdolsun çok ciddi neticelerin alındığını artık görmekteyiz.

“TÜRKİYE’NİN DEAŞ’LA MÜCADELEDEKİ KARNESİ SON DERECE AÇIK”

Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ilgili kurumlarımız, İçişleri Bakanlığımız, Millî Savunma Bakanlığımız, Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığımız, polisimiz, jandarmamız, askerimiz tam bir uyum içerisinde bir çalışma yürütüyorlar, bunun neticelerini de hamdolsun sahada görüyoruz.

Tabii bütün bu süreç yaşanırken DEAŞ’la mücadelede hiçbir aksaklık olmaması için biz elimizden geleni, gene yaptığımız anlaşmalar çerçevesinde sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz. Türkiye’nin DEAŞ’la mücadeledeki karnesi son derece net, açık, onu tekrar etmek istemiyorum. Ama özellikle Resulayn, Tel Abyad bölgesinde Amerikalılarla yaptığımız 17 Ekim anlaşmasından sonra DEAŞ’lıların serbest bırakılması sürecini hatırlayacak olursak, YPG’nin planının ne olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Aslında YPG, DEAŞ’ın geri gelmesini istiyor, DEAŞ’ın sonlanmasını, sona ermesini istemiyor, çünkü bunu kendini meşrulaştıracağı bir araç olarak kullanmak istiyor, kendisini, terör örgütü kimliğini gizleyip bunu Batı dünyasına satabilmek için de DEAŞ tehdidinin devam etmesi gerektiğini gayet iyi biliyor. Dolayısıyla DEAŞ tehdidi geri geliyor, DEAŞ canlanıyor gibi söylemler gündeme geldiğinde bunların kimler tarafından nerede, sahada ve bunun Batıdaki yansımalarının ne şekilde koordine edildiğine de dikkatle yakından bakmak gerekiyor. Terör örgütünü son tahlilde DEAŞ’la mücadele gibi bir önceliği yok. Onların önceliği, kendi işgal ettikleri Suriye topraklarında ve diğer bölgelerde devletimsi bir yapı ya da otonom bir yapı kurmaya çalışmak. Ama biz Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde ve devam eden siyasi süreç bağlamında da buna müsaade etmeyeceğimizi ifade ettik.

“SEÇİMLERİN YAPILMASI SURİYE’DEKİ SİYASİ SÜRECİN İLERLETİLMESİ AÇISINDAN HAYATİ ÖNEME SAHİP”

Özellikle Suriye bağlamında da bildiğiniz gibi Anayasa Komitesi çalışmalarına başladı, ilk toplantısını Ekim ayının sonunda yapmıştı, ikinci toplantısını da Kasım ayının sonunda yapacak ve buradan çıkacak neticeler tabii ki siyasi sürecin ilerletilmesi açısından da büyük önem arz ediyor. Bundan sonra, yani anayasanın tadil edilmesi ya da yeni bir anayasanın yazılması konusunda usul ve esaslar da anlaşıldıktan sonra Suriye’de bir seçim yapılması süreci gündeme gelecek. Ve BM 2254 numaralı karar çerçevesinde de bildiğiniz gibi Anayasa Komisyonu çalışmalarını tamamlaması ve ardından seçimlerin yapılması Suriye’deki siyasi sürecin ilerletilmesi açısından hayati öneme sahip.

Bizim yaklaşımımız, uluslararası toplumla birlikte Suriye içinde ve dışında bulunan bütün Suriyelilerin bu seçimlerde oy kullanmasının sağlanması, seçimlerin de uluslararası gözlemciler nezdinde yapılmasıdır. Burada tabii ki BM ve diğer ülkelerin kolaylaştırıcı bir rol oynaması da büyük önem arz ediyor ki böylece hem Esed rejiminin geleceğiyle ilgili hem de Suriye halkının iradesinin sandığa yansıması noktasında önemli bir aşamaya da ulaşma imkânımız olsun istiyoruz.

“HAKLI VE MEŞRU DAVASINDA FİLİSTİN HALKININ YANINDAYIZ”

Burada iki konuyu daha sizinle paylaşmak istiyorum: Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşimci diye ifade edilen yerlerin uluslararası hukuka aykırı olmadığı şeklindeki açıklaması. Bu son derece talihsiz, uluslararası hukuku yok sayan, Filistinlilerin hakkını, hukukunu ayaklar altına alan bu açıklamayı reddettiğimizi ve kınadığımızı ifade etmek istiyorum.

Burada bir kelime oyunu oynandığını da özellikle sizlerin ve kamuoyunun dikkatine getirmek istiyorum. İngilizce de ‘settlement’ diye ifade edilen, Türkçeye de yerleşimci diye tercüme ettiğimiz bu yerler yerleşimci filan değildir, bildiğiniz düpedüz işgalcilerdir. İşgal altındaki Filistin topraklarında Filistinlilerin zeytin bağlarını, evlerini, tarihî mekânlarını, bahçelerini işgal eden kişilerin kurduğu yerlerdir buralar. Dolayısıyla yerleşimciler uluslararası hukuka aykırı değildir ifadesi, işgal uluslararası hukuka aykırı değildir demekle eş anlamlıdır. Bunun adı işgaldir, bu işgali meşrulaştırma çabasıdır.

Biz nasıl Filistin topraklarının tamamının işgaline karşıysak bu konuda alınmış onlarca BM kararı, Güvenlik Konseyi kararı bulunmaktadır. Aynı şekilde Batı Şeria’da, Kudüs’te, Gazze’de veya başka bir yerde Filistin topraklarının işgal edilmesini hiçbir şekilde kabul etmediğimizi ve Filistin halkı özgürleşene kadar, iki devletli çözüm hayata geçirilene kadar da Filistin halkının haklı ve meşru davasında onların yanında olacağımızı ifade etmek istiyorum.

Özellikle bu Kudüs’le ilgili Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin aldığı kararın, Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımasının artından yaşanan gerilimleri hep birlikte gördük. Ondan sonra gelen önemli bir hukuk ihlali Golan Tepeleri’yle ilgiliydi, bir başka ülkenin topraklarını âdeta İsraili’nmiş gibi takdim eden yaklaşımın da ne kadar büyük sorunlar yarattığını gördük. Şimdi üçüncü olarak bu konunun bu şekilde gündeme getirilmesinin, barış ve istikrara, özellikle Orta Doğu barışına hiçbir katkı sağlamayacağını tekraren ifade etmek istiyoruz. Bu kararı kınadığımızı, ret ettiğimizi de tekrar vurgulu bir şekilde ifade etmek istiyorum.

“100 BİNİ AŞKIN AHISKA TÜRKÜ ASIRLARDIR YAŞADIĞI TOPRAKLARDAN UZAKLAŞMAK ZORUNDA KALDI”

Bir diğer önemli konu da arkadaşlar, Ahıska Türklerinin sürgünün 75. yılını bu yıl idrak ediyoruz. 14 Kasım 1944 tarihinde bildiğiniz gibi Ahıska Türkleri yaşadıkları bölgelerden, Ahıska bölgesinden büyük bir sürgüne maruz kaldılar. Burada 100 bini aşkın Ahıska Türkü asırlardır yaşadığı topraklardan uzaklaşmak ve sürgün acılarını yaşamak zorunda kaldılar ve o dönemde Sovyetler Birliği’nin uzak coğrafyalarına dağıtıldılar. Sürgünün gayri insani sonuçları nesiller boyunca Ahıska Türkü kardeşlerimiz tarafından da yaşanmaya devam etti. Bugün tabii dünyanın dokuz farklı ülkesinde 500 binden fazla Ahıska Türkü dağınık bir şekilde yaşıyor. Bizim yaklaşık neredeyse 20 yıldır alan devam ettirdiğimiz bir çalışma var biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak Ahıska Türklerinin tekrar kendi tarihî yurtlarına geri dönmesiyle ilgili. Kısmi başarı elde ettiğimiz, ama maalesef sorunun büyük bir şekilde ortada durduğu alanlardan birisi. Bu konuda maalesef özellikle AGİT bünyesinde yürütülen çalışmalar kısmi bir katkı sağladı. Fakat biz özellikle bu sürgünün 75. yıl dönümünde Ahıska Türkü kardeşlerimizin bulundukları yerlerde güven, barış, huzur ve refah içinde yaşamaları için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Ahıska Türklerini tanıyanlar bilirler, onlar vatanperver, çalışkan insanlardır ve bulundukları her yeri abat etmiş insanlardır. İster Kazakistan’da, ister Kırgızistan’da, Gürcistan’da, Türkiye’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde nerede olurlarsa olsunlar gittikleri yerlerde hakikaten hep olumlu etkiler bırakmış, kolektif bir şekilde iyinin, doğrunun, güzelin yanında olmuş insanlar. Sürgünün 75. Yıl dönümünde Cumhurbaşkanımızı adına da ben onların hüzünlerini, acılarını paylaştığımızı tekrar ifade etmek istiyorum.

İnşallah bir aksilik olmazsa da 10 Aralık günü burada, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bizim Kongre Merkezinde bu sürgünün 75. yıl dönümüyle ilgili de bir program tertip ediyoruz. Orada da Ahıska Türklerini, yaşadıkları acıları hep birlikte anma imkânımız olacak.

Son olarak da evvelsi gün hayatını kaybeden Yıldız Kenter’e ben de buradan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Hakikaten Türk tiyatrosunun, genel manada Türk sanat ve kültür hayatının çok önemli isimlerinden birisiydi, yıllarca canlandırdığı karakterler, yetiştirdiği talebeler ve oluşturduğu sanat, kültür ortamıyla ülkemizi çok ciddi katkılar vermiş Yıldız Kenter Hanımefendiyle bu vesileyle rahmetle andığımı ifade etmek istiyorum.”

Soru: “İki ülke arasında bir mekanizma oluşturduğu ve ilgili bakanların bu mekanizma içerisinde yer aldığı, S-400, F-35, Patriot gibi konuların ve diğer ekonomi alanındaki konuların da bu mekanizmada gündeme geleceği söylendi. Bu mekanizmanın çalışma takvimi belli oldu mu, ilk toplantıyı ne zaman yapacak, nerede olacak toplantı?”

“S-400 KONUSUNDA GERİ ADIM ATMA SÖZ KONUSU DEĞİL”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bununla ilgili bir görevlendirme oldu biliyorsunuz. O’Brien arasında bir çalışma yapılması yönünde başkanlar bizi talimatlandırdılar. Biz kendi tarafımızda bu çalışmayı başlattık, ilgili bakanlıklar, yani Millî Savunma Bakanlığı, Savunma Sanayi Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığımız, İstihbarat Teşkilatımız ve Cumhurbaşkanlığı olarak bu çalışmayı başlattık, bir noktaya gelince bunu tabii ki Amerikalı muhataplarımızla paylaşacağız.

Tabii ilk önemli buluşmamız 3-4 Aralık’ta Londra’da yapılacak olan NATO Zirvesi, orada bir araya gelmeyi planlıyoruz, yani ben de mevkidaşımla bir araya geleceğim, bakanlarımız da kendi mevkidaşlarıyla, işte belki heyetler olarak da bir araya geleceğiz. O trafiğin içerisinde tabii bu biraz daha netleşecek, ama orada bir görüşme yapacağımızı ifade edebilirim. Biz tekliflerimizi önereceğiz, onların tekliflerini alacağız, dolayısıyla bir sürecin başladığını söyleyebilirim.

Tabii temel çerçeve olarak şunun altını tekrar çizmek istiyorum arkadaşlar: S-400 konusunda bir geri adım atmak söz konusu değil, bu imzası atılmış, tamamlanmış bir anlaşmadır. Bunun dışında teklifler, Amerikan tarafından veya başka yerlerden gelecek maksimalist tekliflerin egemenlik haklarımızı ihlal eden bir mahiyet arz etmesi kabul edilmez tabii ki. Ama bunun ikili ilişkilerde Türkiye’yle Amerika arasında bir sorun hâline gelmesini önlemek için de biz bazı çalışmalar yapacağız, birtakım teklifler götüreceğiz. Bize göre sorun aşılamayacak bir sorun değildir, S-400 meselesi iddia edildiği gibi F-35 programına varoluşsal tehdit oluşturan bir mesele değildir, bunu teknik olarak çözmek mümkündür, siyasi olarak da çözmek mümkündür, yeter ki bununla ilgili bir irade olsun.

“SAVUNMA SANAYİ ALANINDA YERLİLİK PAYINI SON YILLARDA ÇOK CİDDİ BİR ŞEKİLDE ARTIRDIK”

İkinci önemli husus da Türkiye nasıl enerji kaynaklarını çeşitlendiriyorsa savunma sanayi kaynaklarını da çeşitlendirmek durumundadır. Yaşadığımız coğrafya itibarıyla Türkiye’nin büyüyen, genç, dinamik nüfusu ve coğrafyası dikkate alındığında, farklı kaynaklardan savunma sanayi ihtiyaçlarını karşılamasından da daha doğal bir şey olamaz. Biz hamdolsun savunma sanayi alanında yerlilik payını da son yıllarda çok ciddi bir şekilde artırdık, yüzde 60-70-80’lere doğru getirdik. Bu tabii çok ciddi bir kazanım, bundan sonra da bu devam edecek.

Burada biz tabii ki Transatlantik İttifakı’nın ve NATO İttifakı’nın önemli bir üyesi olarak öncelikle müttefiklerimizle bu savunma sanayi iş birliklerini, anlaşmalarını yapmayı hep tercih ettik, hâlâ da tercihimiz bu yöndedir. Ama Türkiye’nin yüzüne kapılar kapatıldığında Türkiye’nin alternatifsiz olmadığını da herkesin bilmesi gerekir. Özellikle bu her şeyin iç içe geçtiği küreselleşme çağında ihtiyaçların da çok çeşitlendiği, farklılaştığı bir dönemde Türkiye’nin de farklı alternatifler üretmesi gayet doğaldır. Biz buna sıfır toplamlı bir oyun olarak bakmıyoruz, NATO İttifakı içinde olmamız bizim Rusya’yla, Çin’le iyi ilişkiler içinde olmamıza mani değildir. Aynı şekilde bizim Rusya’yla iyi ilişkiler geliştirmemiz Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkilerimize bir alternatif değildir. Avrupa’yla ilişkilerimiz Orta Doğu’yla ve Afrika’yla olan ilişkilerimize bir alternatif değildir. Dış politikaya biz 360 derece perspektifinden bakıyoruz, denge politikasını önemsiyoruz, ama bütün bunları yaparken egemenlik hakları çerçevesinde ulusal çıkarlarımızı öncelediğimizi de özellikle ifade etmek isterim.”

Soru: “S-400’lerle ilgili Türkiye’nin geri adım atması mümkün değildir dediniz. Bu çerçevede sistemin aktive edilmesiyle ilgili bir planlama var mı? Bir de, hafta sonu Rusya tarafından Türkiye’nin yeni S-400 sistemleri almayı değerlendirdiği şeklinde bir açıklama yapıldı. Böyle bir hazırlık var mı?”

“S-400’LER NATO HAVA SAVUNMA SİSTEMİNE ENTEGRE EDİLMEYECEK”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Bizim imzaladığımız bir anlaşma var biliyorsunuz 2017’nin Nisan ayında, o anlaşma çerçevesinde süreç devam ediyor arkadaşlar, yeni bir anlaşma söz konusu değil şu aşamada. Bu bataryaların gelmesi, eğitim programı, bunların yerleştirilmesi, konumlarının belirlenmesi, yazılım, bu tabii teknik olarak uzun bir süreç, önümüzdeki dönemde de bu süreç devam edecek. Dolayısıyla bu parçalar belki işte önümüzdeki haftalarda, aylarda devam edecek, belki siz de bunları takip edeceksiniz. Bununla ilgili dediğim gibi teknik detaylar, yazılımlar vesaireler de çalışılmaya devam ediyor.

Bu vesileyle şunun altını ben tekrar çizmek istiyorum: S-400’ler NATO güvenlik sistemine ya da hava savunma sistemine entegre edilmeyecek arkadaşlar, biz bunu en baştan da ifade ettik, kendi başına müstakil bir savunma sistemi olarak kalacak. Dolayısıyla mevcut NATO savunma sistemine, bizde ya da bölgemizde bulunan NATO hava sistemlerine bir tehdit oluşturması söz konusu değildir. Biz zaten aldığımız herhangi bir sisteminin bir başka güvenlik sistemine tehdit oluşturmasını asla olumlu karşılamayız. Daha da önemlisi, adı üstünde bu bir sistemi arkadaşlar, yani bu bize yönelik tehditleri bertaraf edecek bir sistem. Bununla biz gidip bir başka ülkeye saldırmayacağız, adı üstünde füze savunma sistemidir bu. Türkiye’nin tehdit öncelikleri söz konusu olduğunda da biz bunu müttefiklerimiz de dâhil olmak üzere herkesle birlikte kurup geliştirmeyi hedeflediğimizi bir kez daha ifade etmek isterim.”

Soru: “Gümüşhane’deki Dipsiz Göl, böyle anılan bir doğa harikası vardı, ama son günlerde farklı anılıyor artık. Burada define araması için izin veriliyor, sonrasında arama yapılıyor, göl boşaltılıyor ve şu anda çorak bir görüntü var karşımızda. Bu define araması için izin isteyenler kim, izni verenler kim?

Hem İstanbul’da, hem de Antalya’da meydana gelen üç olayda, 11 vatandaşımız yaşamını yitirdi, arkalarında mektup bıraktılar, ölüm yolunu seçtiler, bunu siyanürle gerçekleştirdiler. Siyanüre ulaşmak çok kolay. Bununla ilgili bir yol haritası, bir plan var mıdır en azından ulaşımı engellemek için?”

“DİPSİZ GÖL’DE YAŞANAN HADİSE İLE İLGİLİ SORUŞTURMA BAŞLATILDI”

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: “Dipsiz Göl’de yaşanan hadisenin çok üzücü olduğunu ifade etmeliyim. Bununla ilgili hem Kültür Bakanlığımız, hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız derhal harekete geçtiler, bildiğiniz gibi soruşturma başlatıldı, ilgililer görevden alındılar. Çevre ve Şehircilik Bakanımız da buranın doğal SİT alanı olarak ilan edileceğini, bununla ilgili çalışmanın başladığını da ilan etti. Dolayısıyla bu konuda çok hızlı bir şekilde adım attığımız söyleyebilirim. Tabii bu izni kimler istedi, kimler verdi, bunlar adli ve idari soruşturma çerçevesinde daha net bir şekilde ortaya çıkacak.

Burada tabii kamu olarak bize düzen görevler var, bu konuda adımların atıldığını ifade ettim. Ama aynı zamanda bu alanda bir toplumsal bilincin de yerleşmesi, yayılması gerektiğini de özellikle ifade etmek istiyorum. Bizim özellikle bu tür tarihî ve doğal değerlerimizi ortadan kaldırmaya dönük hareketleri toleransla karşılamamız söz konusu değil. Daha geçen hafta bildiğiniz gibi 11 Kasım’da milyonlarca ağacın ekilmesi ve ülkemizin yeşil oranının daha da artması için ülke çapında büyük bir kampanya yaptık Sayın Cumhurbaşkanımızın iştirakleriyle ve bu yöndeki hassasiyetimiz son derece açık ve nettir. Aslında oluşturulmaya çalışılan algının tersine, Türkiye’de yeşil oranı da her yıl artmaktadır, ama bunların korunması önemli, bunların yaşatılması önemli, vatandaşımızın da bu konuda bir bilinç içinde olması son derece önemli.

Dolayısıyla Dipsiz Göl’le ilgili bu idari ve adli soruşturma devam ediyor, dediğim gibi görevlerinden aldılar ilgili kişiler. Burası doğal SİT alanı ilan edilecek. Bunun korunması için de birtakım çalışmalar hemen başladı biliyorsunuz, zeminle ilgili çalışmalar, su veriliyor, yani tekrar eski doğal hâline kavuşması için de burada Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın, Tarım ve Orman Bakanlığımızın müşterek bir çalışması söz konusu. En kısa sürede inşallah buranın eski doğal hâline, güzelliğine kavuşması için elimizden geleni yapacağımız ifade etmek isterim.

“BU BİR TOPLU İNTİHAR DEĞİL, CİNAYETTİR”

Bu siyanür kullanılarak meydana gelen ölüm hadiseleriyle ilgili olarak da öncelikle şunun altını açık ve net bir şekilde çizmek istiyorum: Bu bir toplu intihar değil, cinayettir. Öldürme öldürülme şekli ne olursa olsun, siyanür kullanılsın, silah kullanılsın, başka bir şey kullanılsın bunun adı toplu intihar değil bildiğiniz toplu cinayettir. Bunu yapan kişi son tahlilde bir cinayet işlemiştir, bunun altını da özellikle çizmek istiyorum. Tabii bu tür hadiselerin yaşanmaması için de biz Aile Bakanlığımızdan İçişleri Bakanlığımıza kadar bütün birimlerimizi harekete geçirmiş durumdayız.

Siyanür meselesine gelince, dediğiniz gibi erişimi son derece kolay bir kimyasal, tabii iyi amaçlarla da kullanılabilen, ama kötü amaçlarla da kullanılabilecek bir kimyasal. Bununla ilgili İçişleri Bakanımızın da yaptığı sunumda bu konu gündeme geldi bugün Kabine Toplantısı’nda, bir düzenleme yapılacak bununla ilgili, erişimin, satışın kontrol altına alınması, ayrıca bir takip sisteminin kurulması, yani siyanürü aldıktan sonra bunun nerede kullanıldığı, ne şekilde işlem gördüğüyle ilgili de bir takip sisteminin kurulmasına dönük de bir çalışma yapılacak. Bununla ilgili yönetmelikle ilgili bazı düzenlemelerin yapılması gerekiyor, eğer kanunu düzenleme gerekirse bu tabii ki Mecliste de gündeme gelecek. Burada biliyorsunuz kullanımı kontrole tabii kimyasal maddeler hakkında yönetmelik var, siyanürün buraya dâhil edilmesiyle ilgili bir çalışma ivedilikle başlatıldı. Umarız bu tür hadiseler bundan sonra tekrar yaşanmaz.

Ama burada bir noktanın da altını özellikle çizmek istiyorum, bu bahsettiğiniz üç hadise tabii ardı ardına 11 vatandaşımız hayatını kaybedince, tabii işte siyanür kelimesi en çok kullanılan, işte Google’da araştırılan, arama motorlarında en çok araştırılan kelimelerden birisi hâline geldi. Bu konuda kamuoyunun, medyamızın da sorumluluk içinde hareket etmesi büyük önem arz ediyor arkadaşlar. İletişim Başkanlığımız bu konuda bildiğiniz gibi bir genel çerçeve çizdi, bazı konuları kamuoyuyla da paylaştı. Buralara dikkat edilmesi gerçekten önem arz ediyor, çünkü bu böyle birbirini çoğaltan, birbirini tetikleyen bir tartışmaya döndüğünde, herkes bunu sıradan normal bir şeymiş gibi konuşmaya başladığında ortadaki cinayetin, ölümün, vahametin sıradanlaşması, duyarsızlaşması gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Buna karşı hepimizin teyakkuz hâlinde olması lazım, buna müsaade edilmemesi lazım. Dediğim gibi ortada bir ölüm var, kayıp var, cinayet var, intihar var, ne derseniz deyin ortada büyük bir acı var, bunu sıradanlaştıracak, bunu kamuoyu nezdinde duyarsız hâle getirecek yayınlardan, yorumlardan mutlaka kaçınmak gerekiyor.”

 

Previous ArticleNext Article

Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi toplantısında konuştu Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi toplantısında konuştu için yorumlar kapalı 211351

Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevrim içi katıldığı G20 Liderler Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, “Gazze başta olmak üzere işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşanan trajedi, artık insanlığın tahammül sınırlarını aşmıştır. Bakınız iki gün önce, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günüydü. Yedi bine yakın masum Filistinli çocuk maalesef bugünü göremedi” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi’ne çevrim içi katılarak bir konuşma gerçekleştirdi.

Yeni Delhi zirvesinin ardından liderleri tekrar bir araya getiren Hindistan Başbakanı Modi’ye teşekkür eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, son zirvenin, G20’nin küresel meselelerin çözümündeki öncü rolünü bir kez daha teyit ettiğini kaydetti.

Hindistan’ın Uttarakhand Eyaleti’nde yaşanan tünel kazası dolayısıyla üzüntülerini de dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmiş olsun dileklerinde bulundu.

Türkiye’nin de güçlü destek verdiği Afrika Birliği’nin daimi üyeliğe kabulü ile G20’nin nüfuz alanın daha da arttığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, kutsal kitapları hedef alan saldırıların da G20 Bildirgesi’nde kınanmasını son derece isabetli bulduklarını belirtti.

Yeni Delhi sonrasında takibini yapacakları unsurlardan birinin de çok taraflı kalkınma bankalarının geliştirilmesi olduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Küresel büyüme, finansman koşullarındaki daralma, jeopolitik gerilimler, uluslararası ticarette artan korumacı eğilimler, iklim değişikliği ve çevre sorunları gibi bir dizi faktörün etkisiyle yavaşlamaya başlamıştır. G20’nin, bu alanda lokomotif rol üstlenmesi gerektiğine inanıyorum. Kalkınmanın temel unsurlarından biri de, toplumun tüm bireylerinin, bu mücadelenin parçası hâline getirilmesidir. Bu anlayışla, biliyorsunuz 2015 dönem başkanlığımız sırasında Kadın 20 Grubu’nun kurulmasına liderlik ettik. Yeni tesis ettiğimiz Kadının Güçlendirilmesi Çalışma Grubu’yla Antalya’da attığımız bu adımı daha da güçlendirmiş oluyoruz.”

“GAZZE’DE AÇIKÇA SAVAŞ SUÇU VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇ İŞLENMEKTEDİR”

Yeni Delhi zirvesinden sonra bu yana karşılaşılan küresel meydan okumaların, çeşitlendiği ve çetrefilleştiğine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok taraflı sistemin etkinliği her geçen gün daha çok sorgulandığını belirterek, sözlerine şöyle devam etti: “Ukrayna’daki savaş devam ederken, 7 Ekim’de bir başka krize uyandık. Gazze başta olmak üzere işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşanan trajedi, artık insanlığın tahammül sınırlarını aşmıştır. Bakınız iki gün önce, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günüydü. Yedi bine yakın masum Filistinli çocuk maalesef bugünü göremedi. Çünkü İsrail yönetimi, bu çocukların en temel hakkı olan yaşama hakkını onların elinden aldı. Sularını, elektriklerini, gıdalarını, yakıtlarını keserek onları ölüme mahkûm etti. Filistinlileri kendi yurtlarından göçe zorladı; ölümden kaçmak için son bir umutla sığındıkları hastaneleri, okulları, kampları, ibadethaneleri, kiliseleri acımasızca bombaladı. Hatta bugüne kadar varlığını hep inkâr ettikleri nükleer bomba kullanma tehdidinde bulundu. Elini vicdanına koyan herkesin kabul edeceği gibi; bu yaşananların hiçbiri kendini savunma hakkıyla açıklanamaz. Burada açıkça savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlenmektedir. Bu suçları işleyenler, insanlığın vicdanıyla birlikte uluslararası hukuka da muhakkak hesap vermelidir.”

Kendilerinin hiçbir şekilde sivillere yönelik eylemleri mazur ve meşru görmediklerini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevrim içi zirveye katılan tüm liderleri İsrailli-Filistinli, Yahudi-Müslüman-Hristiyan diye ayırmadan sivil ölümlerine karşı aynı tepkiyi vermeye davet etti. Dört günlük insani fasıla ilanı ve sınırlı sayıda da olsa rehine ve tutukluların takası konusunda mutabakata varılmasını, olumlu bir gelişme olarak niteleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu adımın, önceliğimiz olan ve bir an evvel tesis edilmesini beklediğimiz kalıcı ateşkese ve barışa vesile olmasını temenni ediyorum” ifadesini kullandı.

“YENİ GÜVENLİK MİMARİSİNDE BAŞKA ÜLKELERLE BİRLİKTE SORUMLULUK ÜSTLENMEYE HAZIRIZ”

“Ateşkesin tesisi ve rehinelerin takasıyla ilgili görüşmeleri yakından takip ediyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Son gelişmelerle birlikte, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, İsrail’le yan yana barış içinde yaşayacak bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasının önemini hep birlikte tekrar gördük” dedi.

Liderleri, iki devletli çözümün en kısa sürede tesisi için de inisiyatif almaya çağıran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz Türkiye olarak, garantörlük dahil tesis edilmesi gereken yeni güvenlik mimarisinde başka ülkelerle birlikte sorumluluk üstlenmeye hazırız” ifadesini kullandı.

Bölgeye yönelik insani yardımlarını devam ettirdiklerini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugüne kadar, Mısırlı kardeşlerimizle iş birliği içinde, 11 uçak ve bir sivil gemi dolusu 666 bin ton yardım malzemesini El Ariş’e sevk ettik. Kanser hastaları ve çocuklar başta olmak üzere, yaralıların Türkiye’ye intikalini sağlayarak tedavilerini devam ettiriyoruz. Siz dostlarımı insani ve tıbbi yardımların kesintisiz temini ve Gazze’ye ulaştırılması konusunda da gereken adımları atmaya davet ediyorum” dedi.

Sözlerinin sonunda toplantıya ev sahipliği yapan Hindistan’a bir kez daha teşekkür eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Aralık itibarıyla G20 Dönem Başkanlığı’nı devralacak Brezilya’ya da başarılar diledi.

“Cezayirli kardeşlerimizin Türkiye’deki yatırımlarını artırmaları için gerekli kolaylıkları sağlamayı sürdüreceğiz” “Cezayirli kardeşlerimizin Türkiye’deki yatırımlarını artırmaları için gerekli kolaylıkları sağlamayı sürdüreceğiz” için yorumlar kapalı 234575

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir-Türkiye İş Forumu’nda yaptığı konuşmada, “Türk iş insanlarının Cezayir’deki iş birliği imkânlarını ve yeni fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye devam edeceklerine inanıyorum. Ülkemizdeki Cezayir yatırımlarından da memnuniyet duyuyoruz. Cezayirli kardeşlerimizin Türkiye’deki yatırımlarını artırmaları için de gerekli kolaylıkları sağlamayı sürdüreceğiz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, resmî ziyarette bulunduğu Cezayir’de, Cezayir-Türkiye İş Forumu’na katıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir-Türkiye İş Forumu’ndaki konuşmasında, 2020 yılındaki son ziyaretinin ardından dost ve kardeş ülke Cezayir’de bulunmaktan memnuniyet duyduğunu söyledi.

Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin ikinci toplantısını icra ettiklerini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun’la bu mekanizmanın bundan sonra Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey olarak devam etmesini kararlaştırdıklarını kaydetti.

“CEZAYİR İLE TİCARET HACMİMİZ GEÇTİĞİMİZ SENE 5,3 MİLYAR DOLARA YÜKSELDİ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmelerinde ülkeleri arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri ayrıntılı biçimde ele aldıklarını ve toplam 13 anlaşmaya imza attıklarını aktararak, “Ortak bildirimizde iş birliğine dair gayretlerimizi Türkiye’nin, Cezayir’in ve bölgenin refah ve huzuruna katkı sağlayacak şekilde arttırma irademizi vurguladık. Son dönemde hızlanan temaslar ve ziyaretler münasebetlerimize önemli ivme kazandırıyor” dedi.

Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun’la birlikte sahip oldukları karşılıklı iradenin meyvelerini başta ticaret ve ekonomi olmak üzere her alanda gördüklerini kaydeden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ticaret hacmimiz geçtiğimiz sene, bir önceki yıla göre yüzde 27 artışla rekor seviye olan 5,3 milyar dolara yükseldi. Artış eğilimi bu sene de devam ediyor. 2023’ün ilk on ayında ticaret hacmimiz, geçtiğimiz yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 19’luk yükselişle 5 milyar dolara ulaştı. İnşallah sene sonunda 6 milyar dolar bandını yakalamış olacağız” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İşbirliği Konseyi’nin geçen yıl Ankara’da yapılan ilk toplantısında çıtayı daha da yukarı çekerek 10 milyar dolar hedefini belirlediklerini hatırlatarak, “Sizlerin de değerli katkılarıyla bu noktaya en kısa sürede ulaşacağımıza inanıyorum. Cezayir’de iş birliği imkânlarını fark eden yatırımcılarımız, ülkelerimiz arasında yeni ve sağlam köprüler inşa etmeyi sürdürüyor. Bizler de kendilerine yardımcı olmaya devam edeceğiz. Cezayir’de faaliyet gösteren bin 400 civarında Türk ortaklı firma, yaklaşık 5 bin Cezayirli kardeşimize istihdam sağlamaktadır. Firmalarımız, konut ve altyapı, demir-çelik, tekstil, petrokimya ve ilaç sanayinin aralarında bulunduğu geniş bir yelpazede faaliyet gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Tüm bu alanlarda örnek işlere imza atan ve Cezayirli kardeşlerinin de takdirini kazanan şirketleri tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendilerinin de şirketlerin, iş insanlarının, yatırımcıların önünü açtıklarını ve işlerini kolaylaştırdıklarını kaydetti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki lider olarak iş dünyasının karşılaştığı sorunların çözümü için de ellerinden geleni yaptıklarını ifade ederek, şirketlerin yoğun olarak faaliyet gösterdikleri ve vatandaşların da çoğunlukla ikamet ettiği Oran şehrinde başkonsolosluk açarak, daha kolay ve etkin biçimde konsolosluk hizmeti almalarını temin ettiklerini söyledi.

“TÜRKİYE, CEZAYİR’DE PETROL VE DOĞAL GAZ HARİCİ EN ÇOK YATIRIM YAPAN VE EN ÇOK İSTİHDAM SAĞLAYAN ÜLKE KONUMUNDADIR”

Ziraat Bankası’nın da Cezayir’de faaliyete geçmesiyle, özellikle ticari işlemler ve bankacılık alanındaki iş birliğinin daha da gelişeceğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şirketlerimizin yatırımlarının piyasa değeri 6 milyar dolara yaklaştı. Türkiye bu rakamlarla Cezayir’de petrol ve doğal gaz harici en çok yatırım yapan ve en çok istihdam sağlayan ülke konumundadır. İnşallah burada da en kısa sürede 10 milyar dolar seviyesini yakalamayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, iş dünyasının önünü açmak ve yeni yatırım ile iş birliği imkânlarını teşvik etmekle mükellef olduklarını kaydederek, şöyle devam etti: “Bu anlayışla tüm kuruluşlarımız, ekonomik ve ticari ilişkilerimizin ahdî zeminini tahkim etmek üzere çalışmalarını hızla sürdürüyor. Ticaret Bakanlarımızın imzaladıkları Ortak Niyet Beyanı’yla müzakerelerine başlanacak Tercihli Ticaret Anlaşması’nın süratle neticelendirilmesi iş birliğimize büyük ivme kazandıracaktır. Müzakereleri devam eden Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması’nın hayata geçirilmesi de her iki ülkedeki yatırımcılar için yeni bir teşvik unsuru olacaktır.”

Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun’la bu süreçlerin kısa sürede nihayete ermesi için müştereken çalışmaya devam edeceklerini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cezayir’in, yerli üretimin ve hidrokarbon harici sektörlerdeki kapasitesinin geliştirilmesine yönelik çalışmalarını takdirle takip ediyoruz. Enerji alanındaki köklü ilişkilerimizi bu kapsamda yeni bir vizyonla çeşitlendirerek, uzun vadeli ortaklığa dönüştürmek amacındayız. Kurumlarımız ve şirketlerimiz, bu amaçla birlikte çalışarak ortaklıklar geliştiriyorlar” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türk iş insanlarının Cezayir’deki iş birliği imkânlarını ve yeni fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye devam edeceklerine inanıyorum. Ülkemizdeki Cezayir yatırımlarından da memnuniyet duyuyoruz. Cezayirli kardeşlerimizin Türkiye’deki yatırımlarını artırmaları için de gerekli kolaylıkları sağlamayı sürdüreceğiz” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir-Türkiye İş Forumu’ndaki samimi misafirperverlikleri için Cezayirlilere teşekkür ederek Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun’un şahsında Cezayir makamlarına, Gazze’de 7 Ekim’den bu yana artarak devam eden vahşet karşısında sergiledikleri dik ve dirayetli duruş sebebiyle şükranlarını sunduğunu söyledi.

“TÜRKİYE, İSRAİLLİ YÖNETİCİLERİN FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİMİZE KARŞI İŞLEDİKLERİ SAVAŞ SUÇLARININ TAKİPÇİSİ OLMAYI SÜRDÜRECEKTİR”

Cezayir’in, Gazze konusunda en cesur ve güçlü tepkiyi veren ülkelerden biri olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bugünkü görüşmelerimizde kardeşim Tebbun ile akan kanın durması için neler yapabileceğimizi detaylıca istişare ettik. 13 binden fazla Filistinli kardeşimizin şehit edildiği saldırılar, İsrail’in ve destekçilerinin gerçek yüzünü, niyetini, amacını bir kez daha deşifre etmiştir. İsrailli yöneticilerin işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı suçların müeyyidesiz bırakılmaması bu bakımdan çok önemlidir” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazzeli çocukları, bebekleri, kadınları ve yaşlıları vahşice katledenlerin sadece insanlık vicdanında değil, uluslararası hukuk önünde de hesap vermesi ve mahkûm olması gerektiğini belirterek “Diğer türlü zalimin daha da zalimleşmesinin, katliamlarına yenilerini eklemesinin önüne geçemeyiz. İsrail Devleti’nin bir daha benzer vahşete kalkışmaması için İslam dünyasıyla birlikte vicdan sahibi tüm ülkelere de sorumluluk düşüyor. Şunu bir kez daha bilmemiz lazım, İsrail bir terör devletidir. Bunu söylemekten çekinmeye gerek yok, bildiğimiz gerçek bu, vaka bu. Öyleyse bunun hakkını vermek lazım. Bu yapılan vahşet, soykırım sebebiyle de süratle Lahey Adalet Divanı’na gitmesi gerekir. Onun için şu anda binlerce avukat arkadaşımız çalışmalarını sürdürüyor ve İsrail Devleti’ni başta (Binyamin) Netanyahu olmak üzere buraya göndermek ve burada da bunların yargılanmasını sağlamamız gerekiyor” diye konuştu.

“Hastaneleri, okulları, ibadethaneleri, camileri, kiliseleri vuranlar bunlar değil mi?” diye soran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Gazze’yi yerle yeksan edenler bunlar değil mi? Yani bunlar yaptırımsız mı kalacak? ‘Yapanın yanına kar kalıyor.’ mu diyeceğiz? Gereği neyse bunu yapmak için işte Birleşmiş Milletlerde ne oldu? 121 ülke İsrail’in karşısında yer aldı, 40 ülke çekimser kaldı, 14 ülke ise karşısında durdu, yani bizim karşımızda durdu ama kovalayacağız çünkü Netanyahu gidicidir. Artık Netanyahu’ya İsrail halkı bile sahip çıkmıyor. Eğer bugün birileri onun yanında yer alıyorsa şunu bilin, bunların İsrail’e borcu var. İsrail’e borcu olduğu için bunlar onların yanında yer alıyor. Ama Türkiye’nin, Cezayir’in, bizim İsrail’e borcumuz yok, bizim halkımıza borcumuz var ve biz de buradan hareketle rahat hareket ediyoruz. Türkiye, İsrailli yöneticilerin Filistinli kardeşlerimize karşı işledikleri savaş suçlarının takipçisi olmayı sürdürecektir” dedi.

“GAZZE’NİN YENİDEN İMARI İÇİN GEREKEN HER TÜRLÜ ÇABAYI GÖSTERECEĞİZ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, nükleer silah konusuna değinerek konuşmasını şöyle tamamladı: ”Yine bu süreçte İsrailli bakanlar tarafından varlığı inkâr edilen nükleer silah ve atom bombası meselesinin de unutulmasına izin vermeyeceğiz. Ey İsrail, atom bombası var mı yok mu söyle. Söyleyemez ama bak biz söylüyoruz. İsrail sende atom bombası var, bunun da özellikle ilgili mercilere şikâyetini yaptık, yapıyoruz. Türkiye dâhil tüm bölgenin güvenliğini tehdit eden bu konuda hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi hem de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı nezdinde girişimlerde bulunacağız. Tüm bunlarla birlikte Gazze’nin yeniden imarı için de gereken her türlü çabayı göstereceğiz. Evet, cebi güçlü olanlara da sesleniyorum. Onlar da bu konuda ellerini cebine atmalı ve Gazze’ye yardım etmeli. Kurulan fona gerekli desteği, hep birlikte Riyad Konferansı’nda bu sesi verdik, oraya gerekli desteği vermeliyiz. Sürekli işgallerle, toprak gasbıyla, mazlumları katlederek büyüyen İsrail Devleti’nin Gazze’yi insansız hâle getirme politikasına eyvallah edemeyiz, etmeyeceğiz. Gazze Filistinlilerindir ve Allah’ın izniyle öyle kalacaktır. İslam âlemi olarak Filistin davasına sahip çıkmamızın önemini bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu düşüncelerle İş Forumu’nun düzenlenmesinde emeği geçen tüm kurum ve kuruluşlarımızı tebrik ediyorum. Toplantımızın ve kurulacak yeni iş birliklerinin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. Kalın sağlıcakla.”

seers cmp badge